30 Ağustos 2007 Perşembe

DEĞİNMELER

DEĞİNMELER Eylül 2007

Bedri KARAYAĞMURLAR

1- Bu yıl kuzey Ege yazılmış yolumuza. Tek tek saymak sıkıcı olur belki ama o yolda ondan fazla uzun yolculuklar yaptım. Haziran ayı içinde, bu yıl atölyemden mezun olan öğrencilerim Ayvalık Kültür Sanat Derneği’nin katkılarıyla Ayvalık’ta sergi açtılar. Sonra Temmuz’da Ege Sanat Rehberi Ayvalık Yağ Fabrikası’nda karma sergi düzenlediler. İkinci kez onlara eşlik için gittim Ayvalık’a . Şimdi üçüncü sefere hazırlanıyorum. 6 Eylül’de “Resmi Anlamak” başlıklı bir konuşmam olacak orada.

Burhaniye İskele’deki “Yağ Fabrikası” galeri olarak çok sıcak. Sanata sanatçıya yakın duranlara bizim de gönlümüz yakınlaşıyor. Çünkü sanat insanlaştırır. Burhaniye Belediyesi’nin katkılarıyla “İz Grubu” sergisi düzenledik fabrikanın ikinci katında. Sergi sonrası, sahil yolundan Ayvalık, Dikili, Çandarlı üzerinden İzmir. Yol üstünde güzel koylar, insanı çağıran güzel köyler ve ne yazık dağı taşı sarmış, zevksiz tek tip ve çirkin yerleşimler gördük. Bir köy evinin sıcaklığı doğallığı, hiçbir mimari özelliği olmayan, hangi beton yapıda vardır.

2- Uluslararası 44. TROİA Festivaline çağrılı olarak katıldım. Çanakkale Belediyesi’nin düzenlediği, küratörlüğünü, Seyhan Boztepe ve Denizhan Özer’in yaptıkları “Sınır Çizgisi” başlıklı etkinlik izlenmesi gereken önemli etkinliklerdendi. Türkiye, Yunanistan, İngiltere, Japonya, Almanya ve daha bir çok ülkeden kırk dört sanatçı katıldı. Birkaç gün boyunca birlikte olduğumuz sanatçılarla güzel dostluklar oluştu. Oldukça ilginç güzel işler izledim. (Ayrıca özel bir yazıda değinmek isterim.) Bende Çanakkale’nin çok özel bir yeri vardır. İlk gençliğe adım attığım yer Çanakkale. Öğretmen Okulu’nun taş duvarlarında kaldı çocukluğum. Ne zor ve ne güzel günlerdi. Bu nedenle ne zaman daralsam, nefes alamaz olsam, aklıma önce Çanakkale gelir. Ve bir yolunu bulur, kaçar giderim. İlk şiirlerimi orada yazdım. İlk göze gelecek resimlerimi orada yaptım. İlk öykülerimi orada yazdım. İlk kez orada sahneye çıktım. İlk kez aşık oldum. Daha ne olsun. İşte benim için Çanakkale bu. Ve aklım hep oralarda. Kordon’da bir çay içmek, denizin laciverdine dalmak, karşı kıyılarda gezinmek. Gemilerle boğaz boyunca yolculuğa çıkmak.

Arada kısa bir Tekirdağ yolculuğu da var. Trakya toprakları çeker beni. Annem Selanikli babam Silistreli, atalarımın geldiği yerler. Üstelik daha dün olmuş bunlar. Mübadelede. Büyük göçte. Terkirdağ eskisi gibi sevimli gelmedi gözüme. Sanki biraz daha eskimiş. O güzelim sahil, özellikle iskele, liman tarafları çok bakımsız. Yıllar önce gittiğim Rakoczi Müzesi’ne bir kez daha uğradım. Giderseniz Namık Kemal Evi’ne de uğrayın. Her değer korunmalı. Kültür başka türlü birikmez. Güzelim evleri yıkıp beton yapanlar bu eski evlere sıkça uğramalı.

3- Zaman zaman ülkedeki işsizliğin nedeninin benim gibiler olduğunu düşünüyorum. Biraz abartılı gelebilir ama durmadan çalışmak ve elinden gelen neyse hiç geri durmadan el atmak olağan gibi gözükse de, sıkıntılı. Ya birileri üstelerine düşeni yeterince yapmıyorlar ve farkında olmadan alanımızın sınırlarını zorlamak zorunda kalıyoruz ya da bu bir insan özelliğidir. Gerçek olan boş durmuyorum ve sanki boşa çalışıyorum. Şikayet değil ama nedense yaptıklarım beni maddi anlamda rahatlatmıyor. Ne kiracılıktan ne de ekonomik sıkıntıdan kurtulabiliyorum. Hani Aziz Nesin bir yazısında der ya: “Ben ters adamım. Tüccar olunacak ülkede sanatçı, yazar oldum.” Diye. Bu terslik bütün aydınlarımızda mı var? Ya da terslik aydınlarda değil de aydının ne olduğunu bilmeyen, her şeyi ranta dönüştüren kendinden başka kimseye hayrı olmayanlarda mı?

4- Bazen karamsarlaşıyorum. Köylerde tarım bitti. Bütün ülke betona dönüştü. Kıyılar, ormanlar, göller, dereler dağlar yağmalandı. Bir ay sonra kıyılar boşalacak, binlerce konut aylarca boş kalacak. Aralarında yıllarca insan eli değmeyenler var. Nasıl bir yağma, nasıl anlayıştır bu? Hangi gelişmiş ülkede üretmeden yaşamanın yolu var; vergi vermeden, kiradan, arsadan, dağdan tepeden geçinmek var. Rant ve yağma ekonomisinden üretim ekonomisine geçişi amaçlayan kaç siyasi parti var acaba?.. İnsanımızın huyu suyu değişti. Artık rüşvet alıp vermeyi kanıksadı. Çocuğunun tayini, yakınına iş ve daha bilmem hangi günlük çıkarlar uğruna, daha da kötüsü, biraz yakacak, bir öğün yiyecek için geleceğini gözden çıkarıyor artık. Bütün geri kalmış (ya da gelişmekte olan) ülkelerdeki insan davranışları böyle mi acaba? Örneğin Güney Amerika’da, Uzak Asya’da? Umarım her şey güzel olur. Bir sanatçının bunlarla ilgilenmek yerine, tam da havaya uygun işler yapıp teknesini yüzdürmesi daha akılcı değil mi? Bende bir terslik var. Ne piyasaya uygun işler üretiyorum ne de küreselleşmenin suyunda söylemlere destek veriyorum. Bazen karamsarlaşsam da, umudumu hiç yitirmiyorum. Sanat kafa tutmaktır abiler… “Aşk örgütlenmektir bir düşünün abiler.” (Ece Ayhan, “Mor Külhani”) Uyumlu olmak yerine tersleşmek bana daha çok yakışıyor. Ama insana terslenmenin ne anlamı var. Ucuz boşalmaların ne anlamı olur. Üreterek boşalmalı içimdeki devingen güç. Yeni bir diziye başladım:“Terslenmeler

5- Buca Eğitim Fakültesi Uluslararası Görsel Sanatlar Buluşması (İzmir Bienali) Kasım ayında gerçekleşecek. İzlemek isteyenler http://befsanat.blogspot.com sitesini ziyaret edebilirler. Bazı teknik nedenlerle ve ne yazık destek almayı umduğumuz ve alamadığımız bazı kuruluşlarımız nedeniyle, ikinciyi duyurmakta geç kaldık. Kentle ilgili politikalarda kültürden ve sanattan yana olan herkesin (kültür sanat dendiğinde eğlence dünyasını anlamayanların) desteğine ihtiyacımız var. BU kez “Lirik Denge” kavramını değerlendireceğiz. Resim Heykel Müzesi’nin bütün katlarını kullanacağımız etkinliğe yine yerli ve yabancı çok sayıda sanatçı katılacak.

İzmir gittikçe hareketlenecek, bir süre sonra başlayacak olan “Portİzmir” ve en son Aralık ayında Ege Üniversitesi Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek olan dostum Mümtaz Sağlam ile birlikte yönetmenliği üstelendiğimiz “Egeart Sanat Günleri” ile 2007 bitecek.

6- Şimdi yeniden hayatı savunmak için en derinden aşkı duyup, kolları sıvayıp, şiir tadında ve öfkeli, dumanı tepesinden tüten, sözü açık, bağrı yanık Anadolu dağları gibi tenha ve üşümüş iç denizlerimin resimlerini ısıtmaya başlayacağım.

Söz özü olanda anlamlıdır deyip yoğuracağım boyaları. Bilinmez bir denize doğru kulaç atıp, sevinçle çıkmaya çalışacağım karşı kıyıya. Bunca yorgunluktan sonra elde ne kalacağının merakından büyük merak olur mu? Yani bildiğin ve durmadan değişen delişmen bir sevgiliyi, neresi olduğunu bilmediğin bir durakta beklemek gibi bir şey, işte bu resim yapmak benim için.

Yeni dönemde daha sık görüşeceğiz. Şimdi çalışmam gerek, 28 Eylül’de Pera’da sergim var. Bütün dostları beklerim.