Bedri
Karayağmurlar
Sanatçıların ölümü
her zaman acı verir. Onlar toplumun değeri olarak aramızdan
ayrıldıklarında bir yanımız eksilir. O, artık ürettiği çalışmaları yapamayacak,
söylemek istediklerini söyleyemeyecek demektir. Kültüre, insanlığa bırakacak kim bilir neler eksilmiştir. Onlar toplumun gözü, kulağı, dilidir. Bu
nedenle, yol gösteren atasını , babasını yitirince “Kör oldum” der Cemal
Süreya.
Fikret Otyam,
beni çocukluğumdan beri etkileyen
yazarlardan biridir. Yüksek öğrenime
dek, Yaşar Kemal’in röportajları ile başlayan
okuma, Fikret Otyam ve diğerleri ile sürdü. Röportaj, sadece bir tanıklığın aktarılması ya da bir
durumun, bir kişinin, konumun tanımı değil, bütün bunları
kendine has bir dille yazmak ve yazılanları görsellerle destekleyerek, yapılan
bir tür habercilik, bir tür yazarlık işidir. Haber unutulur çoğu zaman ama
röportajlar kalır. Onların güncelliği hiç eksilmez.
Elli sonrası başlayan Anadolu insanına değgin
tanıklıkların gazetelerde
yayınlanması, İstanbul ‘dan Ankara’dan bakınca pek gözükmeyen, Doğu ve Güneydoğu’yu, Karadeniz’i,
Toroslar’ı, ve daha bir çok yeri görünür hale getirir. Edebiyatımızda, Hazım Tepeyran ile
başlayan, Yakup Kadri’nin Yaban’ı,
Halide Edip’in Vurun Kahpeye’si gibi
çalışmalarla varsıllaşan Anadolu
anlatılarında, Yaşar Kemal’in İnce Memet’İ bir başyapıt olarak ortaya çıkar.
Fikret Otyam’ın polis muhabirliği ile başlayan
gazeteciliği, röportaj yazarlığı bu
süreçte oluşur. Bu çalışmalarını değişik
gazetelerde önce tefrika sonra kitap
olarak yayınlar. Ben de onları okuyarak oluşturdum ilgilerimi. “Gide
gide” dizisi içinde yayınlanan kitaplarla karşılaştım önce. Öğretmen okulunda başlayan yazına ilgim yanında resim yapmaya, fotoğraf çekmeye de başladım. 1969 yılında Çanakkale Öğretmen Okulunu bitirince,
atamam için Niğde, Urfa, Mardin, Hakkari yazmamın nedenidir o kitaplar. Atamam,
Aksaray’a çok yakın Bor’un Obruk köyüne çıktığında il aylığımla bir daktilo, bir
fotoğraf makinası aldım. Ses kaydetmek için almaya niyetlendiğim cihazı bir
türlü alamadım. O zaman teypler makaralı ve taşınamayacak kadar büyüktü. Köyle
ilgili ilk yazım Ant dergisinde yayınlandığında, Ankara’da yayınlanan Yeni Gün’e yazmamı istediler, bu yazarlığımın başlangıcı oldu. Köyde
yaptığım röportajları, öyküleri yayınlamakla başlayan süreç, Gazi Eğitim Resim
Bölümüne girdikten sonra da sürdü. Yeni Gün’de
hem çalıştım, hem de yazdım. O
zaman bir de Bedri Rahmi’nin atölyesinde olma isteğim vardı ama olamadı. Fikret
Otyam’ın atölye hocası Bedri Rahmi’nin, sanıyorum son kez katıldığı 1973 DRHS sergisine benim de
bir çalışmam kabul edilmişti. Fikret Otyam (Niğde) Aksaray’lı, ben de
Niğdeliyim. İşte Otyam’la ortaklıklarım.
Fikret Otyam Usta’yı bir yazı ile uğurlamak benim açımdan bir kat daha önemli
bu yüzden.
Gazeteci, yazar, ressam ve insan Fikret Otyam, iç içe geçmiş, ilginç
serüvenler toplamı bir yaşam. Bozkır kasabasından çıkıp, yazmaya, resim
yapmaya yönelimle başlayan, yoğunlaşarak artan
ve geride çok sayıda yapıtla noktalanan seksen sekiz yıllık bir ömür.
Hayatın olasılık ve zorunluluklarla oluşmuş bir
serüven olduğunu düşünebiliriz. Diğer canlılar için de durum aynı olmakla
birlikte, bilinciyle bu oluşumu etkileyebilen insan, hazır bulduğu, sunulan
olanaklarla ve karşısına çıkan engellerle
oluşturur kendisini.
Fikret Otyam, 1926’da Aksaray’da eczacı Vasıf Efendi ile annesi Naciye
Hanım’ın üçüncü oğlu, Vasıf Nedim Otyam ve Kemal Otyam’ın kardeşi olarak dünyaya gelir. Vasıf Nedim Otyam müzisyen, orkestra şefi ,
film yönetmeni ve Kemal Otyam şair, yazar
olur. Babası Binbaşı Vasıf
Efendi, Yemen’de, Kurtuluş
Savaşı’ında görev almış bir subay ve İsmet İnönü’nün silah arkadaşıdır.
Vasıf Bey askerlikten ayrıldıktan sonra, önceleri İstanbul’da daha sonra Aksaray’da eczacılık
yapar.
Babasının eczanesi, Fikret
Otyam’a Anadolu insanını yakından tanıma
olanağı sağlar. Eczanede konuşulanları
yazmaya çalışarak ilk yazarlık deneylerini oluşturur. Her yazar, her sanatçı gerçekte
kendi yaşantısını anlatır. Tanıklıkları ve yaşanmışlıkları anlatma isteğidir yaratmaya
yönelten. Yaratma isteğini tetikleyen daha neler vardır Otyam’larda kim bilir? Cumhuriyetin ilk yıllarında, eğitimli,
olanakları olan bir ailede yaşamak ve bunu yaratıcı etkinliklerle
nesnelleştirmeye çalışmada Eczacı Vasıf Bey’in katkısı apaçık gözükmektedir.
Fikret Otyam besbelli, okul dışı zamanlarında yaptığı eczacı çıraklığı
süresince iyi gözlemiştir halkı.
Saygı duyarak, üzülerek, düşünerek
kaydetmiştir gözlemlerini. O yıllar,
savaş sonrasının yılları, mübadeleyle giden, okur yazar, meslek sahibi Rumların
olmadığı zor yıllardır. Değişik inançların ve etnik grupların bulunduğu
Anadolu’da, insanlar, sen kimsin demeden yaşarlar yüzyıllarca, Kurtuluş savaşı
ve diğer savaşlarda, aynı amaçlarla
birlikte savaşırlar. Bu farklılıkları bilmeyen Fikret, bir gün bir olay yaşar
Aksaray’da.
“Çocukluğumda Aksaray’da pazar çarşamba günleri kurulurdu. Eczanemizin
önünde. Bir meydan var. Meydana köylüler gelir. Ne satıyorsa; yağdı,
yumurtaydı, peynirdi falan… Biz tereyağı çocuğuyuz. Sahtekarlık yoktu o zaman.
Mis gibi tere yağlar. Babam ‘Git bir cingil yağ al’ dedi. Cingil şöyle bir
bakır kap. Gittim bir adam orada, pos bıyıklı, sigaradan yanmış bıyığı. Üstü
başı yırtık ama önündeki yağın üzerindeki bez koladan çıkmış gibi. Tam parayı
verirken 60 kuruş mu, 55 kuruş mu, oradan bir kol yapıştı ‘Yürü git’ dedi. Bir
baktım müezzin İbrahim Efendi Amca, nur içinde yatsın. ‘Ulan dedi bunlar Alevi,
bunlar Kızılbaş. Bunların kestiği yenmez, mekruhtur’ dedi. Hiç kulağımdan
gitmiyor. Bugün 88 yaşındayım, bu anlattığım hikaye 7 yaşındayken.” Diye
anlatır, bu üzücü durumu.
Kurtuluş savaşı daha dün bitmiş, Anadolu insanı omuz omuza yarattıkları
destanı unutmuş gibidir. Ötekileştiren
bakışlar, olanaklarımızı o zaman da
daralttı. Anadolu, neredeyse bugünlere Etilerden beri süren bir yoksullukla
yaşadı. Özellikle 2. Dünya savaşı yıllarında yoksulluk biraz daha derinleşti.
Savaş ve kıtlık yıllarında çekilenler halkın belleğinden hiç çıkmadı.
Fikret Otyam, hastalık, yoksulluk, salgın, kıtlık içindeki insanların
yaralarına ilaç olmaya çalışan
babasından öğrenir, insana insanca bakmayı. Bu bakış eğitimi süresince işlenerek
bir dünya görüşüne dönüşür.
O dönem,
okula gitmek bile zordur. Çoğu köyde okul bulunmaz, büyükçe köylerdeki
okullara ulaşmak da kolay değildir.
Kasabada yaşamak, İsmet İnönü’nün arkadaşı bir
babanın oğlu olmak, herkese nasip olacak bir şans değildir. Bu nedenle okula gitme ve okuma konusunda
sıkıntısı olmaz. Liseye kadar Aksaray’da
okur. Galatasaray Lisesi’ne gitmeyi düşünür ama önce Ankara’da daha sonra
Kayseri’de liseyi bitirir. Kayseri Lisesi’ne gitmesine neden olan ilginç bir olay yaşar. Bu olay geçmiş dönemlerin yönetici, memurlarının
halka bakışını da anlatır.
“Ankara'da öğrenci iken bir okul gezisi sırasında yaşadığı olay, Fikret
Otyam'ın eğitim hayatını bambaşka bir yola sokacaktı. Müze gezisinde bir
öğrencinin Hitit aslanının ağzına tükürmesi ve öğretmeninin o öğrencinin Fikret
Otyam olduğunu sanarak, ‘Pis Anadolulu bunu sen yapmışsındır!’ diye aşağılaması
nedeniyle Ankara'dan ve okuldan ayrıldı.”
Kayseri’de öğrenci olduğu dönemde,
otobüs durağında tesadüfen tanıştığı Neşet Günal Fikret Otyam’a, resme duyduğu ilgi nedeniyle, Güzel sanatlar
Akademisini önerir. Akademide İbrahim Çallı daha sonra Bedri Rahmi Eyuboğlu’nun
öğrencisi olur. Bu ona yepyeni yollar açılmasını sağlayan önemli
karşılaşmalardandır.
Bedri Rahmi, bütün öğrencilerinin dilinde bir
efsanedir. Çalışkanlığı, içtenliği, duyarlılığı ile zor bulunur bir sanatçı-
öğretmen modelidir. Yazılar, şiirler
yazan, resimde başka yollar denemeyi seven bir sanatçının, ortak ilgileri olan
Fikret Otyam’ı etkilememesi düşünülmez sanıyorum. Uzaktan izlediğim,
şiirlerini, yazılarını okuduğum, resimlerini gözlerimi dikip anlamaya
çalıştığım Bedri Rahmi, beni bu denli
etkilemişken, atölyesindeki Fikret Otyam’ı etkilememesi düşünülebilir mi hiç?
İşlenecek donanımlarla doğmuş bireyin,
karşılaşmaları, çevre olanakları ve daha bir sürü etken çok önemlidir, yaşam
çizgisinin oluşumunda. Hele yazmak, resim, müzik gibi sanatsal üretime ilgi,
yaratıcılığı tetikleyen etkenlerle , ömür boyu süren bir çabaya dönüşür genellikle.
Kendimden bilirim. Akademide ya da bir başka
okulda, sanat alanında eğitim almış
birisi için geçim sağlayacağı alan oldukça sınırlıdır. Öğretmenlik yapmak, akademisyen
olmaya yönelmek, gazetecilik,
fotoğrafçılık, reklam işleri vs. içinde seçim yapmak zorunda kalırsınız. Her konunun sığ bakışla ve çıkarla sulandırıldığı; herkesin
ötekileştirilmeye çalışıldığı ülkemizde, sanata, sanatçıya destek sıkıntılıdır.
Desteği bir yana bırakın, başınıza gelebilecekler arasında sanatsal üretimi
sürdürmek bile zor iştir.
Fikret Otyam da emekli oluncaya dek neredeyse
kırk yıl gazetecilik yapar; 1953 yılında Güneydoğu’da gezerek röportajlar yapan
Yaşar Kemal’e eşlik eder. Yaşar Kemalle
karşılaşmak, büyük ustanın çabasına
tanıklık az iş değil doğrusu. 1979 yılında gazetecilikten emekli olduktan
sonra, daha çok resim yapmaya
başladı. Onun hayatındaki ayrıntıları
herkes biliyor.
Nakışı, dokuması, boyası, rengi bu kadar güçlü
olan bir halkın, iş resme gelince, “Ne anlatıyor?” takıntısı beni her zaman
düşündürse de, Fikret Otyam, Anadolu bilgesi, işin bu tarafını kolayca çözdü,
çünkü o, her sanatçı gibi kendi yaşantı içeriğinden yola çıkarak yarattı
resimlerini. Gezilerinde tanıdığı, yazılarında anlattığı insanları, özellikle
de, Anadolu’nun bütün çilesini sırtında taşıyan, iri sürmeli gözlü kadınlarını
çizdi. Keçileri çizdi, çiçekleri çizdi.
Çünkü sanatçılık hayata tanıklıktır. Kendisi ve çevresi ile derdi olmayan biri
neden resim yapsın, neden şiir, öykü
roman yazsın. Sanatçılık ne yaparsanız
yapın, öncelikle bir dünyayı biçimlendirip, ele güne çıkarmak değil midir?
Fikret
Otyam, resim bölümünden sonra, gazeteciliğe başladığında, resim çalışma fırsatı
bulamamanın acısını fotoğraflarla
bastırır. Emekli olunca, baskıdan kurtulunca, yeniden yoğunlaşır resim çalışmaları. Antalya’da Gazipaşa’da Geyikbayırı’nda,
keçileri, çiçekleri, ağaçları ile insan ve doğa sevgisinin nesnelleştiği bir
dünya yaratır eşiyle. Bu dünya insan ve doğa sevgisi ile dönen bir dünyadır.
İnsan sevgisi temelinde de vefa önemli değerdir onun için. Bir konuşmasında “Vefa, insanlara sevgiyle bağlı kalmaktır. Bakma herkes İstanbul’da semt
zanneder Vefa’yı, bozası meşhur. Değildir. Ben de bunu hep anlatırım. Sevgidir.
Bazı şeyleri unutmamaktır. Kaç yıl sonra Urfa’dan bir otobüs dolusu çocuk
ziyaretime geldiler. Bu vefadır.” İşin sırrı budur bize göre, resim de şiir de insan için yaratılır,
yapılır. Herkes kendisi için üretse de, nasılsa, başkalarına en önemlisi de bütün insanlara kalacaktır.
Masamda duran, Stefan Zweig’ın Montaigne’i de böyle söylüyor.
Okullarda, sanatı sevdirmek
yerine, şiirden resme kadar bütün sanat yapıtlarını, konusu, ana fikri, diyerek tanıtmak, sanat
ilgiyi bozdu diye düşünürüm hep. Keşke
sevgiyle, çıkarsız karşılaşsa insanlar,
sanatla ve sanatçıyla. Neşet Günal, Nuri İyem gibi Fikret Otyam da Anadolu insanının,
toprak insanın ve kadınların
portrelerini yapan önemli sanatçılarından biridir bize göre. Bu ressamların çalışmaları
nasıl yazılıysa aklımda, Yaşar Kemal’in, Fikret Otyam’ın Anadolu’yu karış karış gezerek yazdıkları da öyle aklımda.
Yazma,
resim yapma serüvenimde koşutluklar bulduğum bir usta olarak Fikret Otyam’ı
insan yanıyla, sanatçı özellikleriyle anıyorum.
Ayvalık Eylül 2015