25 Haziran 2008 Çarşamba

Sanat ve Hayat

Sanat ve Hayat

Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com


İzmir, Türkiye’nin aydınlık yüzü. Gelecek beklentilerinin ilk seslendirildiği, çağdaş ve uygar Türkiye’nin gülen yüzü. Merhaba.

İzmir’de sanat ve sanatçıların sizlerle buluşmasına katkıda bulunmaya çalışacağım. Ama izninizle şunu belirtmek ve vurgulamak isterim; sanatçı sözünden anlaşılması gereken, eğlence dünyasında çalışanlar değil, düşüncesini sanat yapıtlarıyla açıklayan kişilerdir. Sanatçı, gününe, çağına, ülkesine ve insanına karşı duyarlı ve sorumlu olan insandır. Sanatçı, yaratıcı ve özgün çalışmalar yapan, bunları da her türlü çıkar ve beklentiyle değerlendirilemeyecek nitelikte üreten insandır. Bu nedenle sanatçılar günün tanığı, geleceğin habercisidir. Bir anlamda toplumun nabzını elinde tutan, toplumun vicdanı olan kişilerdir. Bu denli önemli olan sanat ve sanatçının İzmir’deki varlığı, ona değer verenlerle, sizlerle daha da güçlenecek.

Bizler sanatçılar olarak, alanımızla ilgili sorumluluklarımızı elimizden geldiğince ve şaşılacak bir özveriyle yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu abartı değil. Şimdi herkes bir köşede dinlenmeye çalışıyor ya da geçimin peşinde ama birileri, ne olacağı, ne karşılık alacağı belli olmayan bir çabayla uykusuz ve terleyerek, yazıyor çiziyor seslendiriyor. Kararan havada, şimşekler çakan beynin fırtınalarını, içinde tutamayacak kadar biriktirmiş birinin boyadığı tuval, üç kuruş için boyanmış olabilir mi? Herkes uyurken dizeler düşen, aydınlık geleceği düşleyen şair, nasıl biridir, bir düşünün. Sanatçı düşünen insandır bu nedenler.

İzmir son yıllarda önemli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yaptı. Bundan sonra, daha da çoğalacak bu etkinlikler. Bizim için ilginç ve anlaşılmaz olan şey , nitelikli etkinliklere ve özellikle İzmir kaynaklı çabalara destek vermeyen İzmir kurumları, her nedense dışarıdan gelenleri, örneğin, mayıs ayında Atlas Pavyonu’nda açılan bir işporta sergiyi desteklediler. Hiç anlamadığımız bir başka uygulama, Güzel Yalı Kültür Merkezi’ndeki galeride İzmir’de yaşayan sanatçılara yer verilmemesi. Galerinin sergi düzeyini korumak gerekçesiyle yapılan bu uygulama, sanıyorum bir başka kentte yaşanmaz. Üstelik tartışılacak sergileri göz ardı etmemeliyiz. İlgililerin ve sanatçıların bu durumu değerlendirmesinde yarar var.

Sinema anlatım olanakları ve kitlelere ulaşma bakımından sanatlar içinde önemli bir yere sahip. Sentez sanat. Sinemanın bu özelliklerinden yararlanan çok sayıda alan var. Örneğin görsel sanatlarda sinema gibi video art çalışmaları da ilgiyle izleniyor. Picasso’nun değindiği gibi resim (sanat) bir saldırı ve savunma aracıdır. Sanatın kullanımıyla ilgili bir örneği ilgilerinize sunmak istiyorum.

Geçende eski öğrencilerimden biri, çok etkilenmiş olacak ki, Sinan Çetin'in “Mutlu Ol! Bu Bir Emirdir”[1] “2 kasım 1934 Anadolu’da bir köy” diye başlayan kısa filmini gönderdi. Filmin sunumunda kime ait olduğunu bilmediğim bir sav söz var: “İnsanların müziğine, kültürüne, yaşam tarzına yasaklar koyan siyasi otorite, hayatın karşısında daima tuhaf duruma düşmüştür.” Bu müthiş öngörü, nedense bana 12 Mart ve 12 Eylül günlerini anımsattı. Bir de “Beynelmilel’i. Sinan Çetin’e anımsatmak isterim, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın sözünü ettiği “travmalar” nerelerde yaşandı dersiniz. Sokak ortasında sürüklenen kadınları, üniversite yurtlarında kampuslarında ve daha nice yerde oruç tutmadı, açık giyindi diye hırpalananların travmalarını ve yaşam tarzlarına zorla el uzatılan insanları ne çabuk unuttunuz. Bu toplumda insanların yaşama düşünme ve inanma biçimlerine hep saygı duyuldu. Ama şimdi Globalizmin ağzıyla Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerini eleştirenlerin geçmişte yaşattıklarını da anımsayın. Madımak olayının 15. yıldönümü geldi. Sinan Çetin’in hiç mi yüreği sızlamaz. Anlattığı öyküde, sözde 1934 yılında bir köy evinde, (Bana göre hiç çalışmamış o tarihin evleri ve yaşama biçimini.) kadınlı erkekli bir grup türkü söylüyor. Birden içeri askerler giriyor. İçlerinde hiç rütbeli yok. Hepsi er. Okuyamadıkları adlarıyla klasik müziğin ünlülerinin yapıtlarını seslendirmelerini söylüyor gruba. Onlar da Mozart Beethoven’i seslendiriyorlar. Eğlenceli bir karikatürle, Cumhuriyet uygulamalarını araştırmadan eleştirmek, hak olabilir ama insafsızlık değil mi? Atatürk’ün sanata nasıl önem verdiğini, üstelik türkü ve şarkıları nasıl bir duygu yoğunluğuyla dinlediğini her aydın bilir sanıyorum. O dönemde Atatürk’e yaranmak için bazı uygulamaları abartanların yaptıklarını, Cumhuriyetin sırtına yıkmak doğru değil bize göre. Ama bu bir projenin parçası. Sinan Çetin’in söylemleriyle, 10. İstanbul Bienal Küratör’ü Hou Hanru’nun sözleri nasıl da destekliyor birbirlerini.

Şimdi bir tez işleniyor: “Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biri olarak Türkiye’nin tarihi ve son dönem konumu bu yöndeki en radikal, çarpıcı ve etki uyandıran vakalardan birini oluşturuyor. Ancak can alıcı bir sorun, Kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dahil bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu, tepeden inme bir dayatma olması: reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı-askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti. Popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun ‘taban’ında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar.”[2]

“Bugün modernleşme yerel koşullar ve ideallerle ilişkili çeşitli modeller üzerinde, ve bireysel yerellikle ile ‘küresel’ arasındaki uzlaşmaların alanında gerçekleştirilmeli. Başka bir deyişle, Türkiye toplumunu mevcut çelişkili durumundan çıkarmak için, bireysel haklara ve hümanist değerlere saygı üzerine kurulu, aşağıdan gelen, gerçekten demokratik bir modernleşme ve modernlik projesi gerekmektedir.”[3]

Cumhuriyete ve Atatürk Devrimlerine saldırmak, Batılı, çağdaş ve demokrat olmakla eş anlamlı oldu; hem de öyle oldu ki, geçmişte ülkenin rotasını çizenlerin varmak istediklerini yok ederek batıya ulaşmak marifet sayılıyor artık. Çünkü ikisi arasında temel bir fark var: Kurucuların uygarlık olarak baktıkları yere, yeni devrimciler(!), istedikleri gibi yaşama özgürlüğünü sağlayacak bir kurtuluş olarak bakıyorlar. Uygar olmak yerine yok olma özgürlüğü. Tutsak bir ülkede inanç özgürlüğü. Bağımlı bir ülkede yaşama özgürlüğü. Özgürlüğü içi boşalmış bir kavram olarak algılayanların, dahası bu dünyada ülkeleriyle ilgili hiç beklentileri olmayanların, özgürlüğü olanaklarıyla algılayamamalarından daha doğal ne olabilir. Irak “özgürleşirken” milyonlarca canını yitirdi. Camileri, minareleri, en kutsal mekanları, müzeleri, geçmişleri yok edildi.
Küreselleşme bir gerçeklik olsa da sanatçılar bu oluşuma rüzgara kapılmış yapraklar gibi katılmaz. Düşünür, tartışır. Tepki verir.

Sanat severlere sanatçılara ve İzmir’in güzel insanlarına huzurlu bir yaz diliyorum.









[1] Yazan yöneten : Sinan Çetin

[2] Hou Hanru, “İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik” 10. İstanbul Bienali Sunum yazısı ya da kavramsal çerçevesi. Bkz: http://www.iksv.org/bienal10/detail.asp?cid=3&ac=kavramsal
[3] agy

7 Haziran 2008 Cumartesi

Midilli'den Kapadokya'ya

Değinmeler Haziran 2008





Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com
karayagmurlar@gmail.com


1- Yaz geldi yine. Eğlenmekten yorulanların eğlenerek dinlenmeleri için bir yaz daha geldi. Zaman geçiyor. Acaba kaç yaz daha göreceğiz. Bilmemek ne güzel. Kaç kış geçecek, ne baharlar göreceğiz kim bilir. Bu güzelim dünyada her günün her mevsimin tadını çıkara çıkara yaşamak ne zor. İnsanın insana ettiğini anlamak kolay değil. Bir düşünün biri doğayı, öbürü insanı, bir başkası evreni anlamaya çalışıyor. İnsan daha insan olsun, tam insan olsun diye özveride bulunuyor. Bir canlının soyu kurumasın diye akla karayı seçiyor. Nesnenin anlaşılmamış yanlarını bulmak için günlerini harcıyor laboratuarda. Bir başkası kendisini tersyüz ediyor uykusuz; insan insanı daha iyi anlasın diye. “Her ağacın kurdu kendi özünden olur.” Ve koca insan gövdemizi kemirir kendi kurtlarımız. Biri bütün topraklara beton kusar. Bir başkası kurşun döker insanlığımıza. Ne de güzeldir gerekçeleri: Demokrasi ve özgürlük. Olanakları yok edilmiş içi boş özgürlükler ya da seçime güdümlü bir demokrasi.

2- Ayvalık Kültür Sanat Derneği’ nin (AYKÜSAT) düzenleyicilerden olduğu Midilli Ayvalık günlerinin konuğu olarak, sevgili İlknur Kocabıyık ve sevgili Reyhan Abacıoğlu ile birlikte Midilli de bir kaç gün geçirdim. Gidişten dönüşe kadar ayrıntılarıyla anlatıldığında bu coğrafyanın özelliklerini çarpıcı biçimde yaşadığımı söyleyebilirim. Bu yolculuğa ayrılmış bir başka yazıda anlatacaklarımdan kısaca söz etmeliyim. Ayvalık ‘ta yola çıkıştaki karmaşa tam bize göreydi doğrusu. Midilli gümrüğünde Kuzey Kıbrıs’a gittim diye bekletilmem ve pasaportuma mühür vurulmaması, Yunanlıların Kıbrıs politikalarının yansımasıydı. Neyse adadaki kültür müdürlüğü yetkilisi geldi de kurtuldum. Sonrası tam bir bayramdı. İkiz kardeşimi görmüş gibi oldum oradaki insanlarda. Özellikle Yorgo’nun yakınlığı, yardımları evini açması unutulmaz . Panayotis’in uzoevinde yediğimiz yemekler ve sohbet harikaydı. Bir de Midilli’de doğmuş Paris’te yaşamış bir aydın, bir naif ressam Stratis Eleftheriadis’in yıllarca biriktirdiklerini görmek susamış bir dudağa değmiş kaynak suyu gibi geldi.. Aldığım notlar çok uzun. Sofia Taeggou ’nun (Umarım doğru yazmışımdır), Glorian’ın, Dina’nın yakınlıklarını unutmayacağım. Vali Pavlos VOGIATZIS’in inceliğini de anmalıyım. Bir de Alkviadis’in Sirtakisini. Alkiviadis bir fotoğrafçı aynı zamanda. Yorgo ‘da annemin memleketlisi. Mübadele her şeyi karmakarışık yapmış. Hala kanıyor insanların yürekleri. Evini görmeye giden bir Türk’ün komşusuyla kucaklaşıp ağlaması unutulur mu? Bir de Yunanistan’a göçmüş Ortodoks Karamanlılar. Tarihçiler iyice araştırmalı bu konuyu.

3- Türkiye’de gündem hızla değişiyor. Bunları da yazmalıyım diye düşünmeye başladığınızda yazmamışsanız, çabucak eskiyor, yeni bir konu öne çıkıyor. Bazen her şeyin dışında kalarak dünyaya bakmak daha mı keyifli acaba. Değiştirme olanaklarımızı yitiriyoruz. Yaşam bizim dışımızda kendince biçimleniyor. İnsan canlı bir varlık olarak bu yapıda özel bir öneme sahip kuşkusuz. Ama evrendeki yeri nedir? Bir düşünün, yerküremiz, bize büyük gibi gözüken yerküremiz, evrenin sonsuzluğu içinde, bir çöldeki kum tanesinden daha mı büyük acaba. Ya zavallı insan. Yetkinleşerek kendi trajedisini yaratan insan; ille de ben demek için nasıl da çıldırıyor. Koskoca filin geleceği yok. Filler adına sonsuz dünyalar kurmaya çalışmak ne aptalca. Fil akıllı, duygulu bir hayvan. Kendi sonsuzunu kendisi yaratmalı. Bunu başaramıyorsa, bir organizma olarak yok olmak zorunda. Oysa insan yok olmaya dayanamıyor ve kendisini öyle önemsiyor ki, sonsuzun içinde sonsuz bir yaşam tasarlıyor. Bu beklentisiyle de kurallar uyduruyor. Kimini suçlu, günahkar ilan ediyor ; kimini de göklere çıkarıyor. Ve buna öyle inanıyor ki, başkalarının inançlarını gücü oranında yok edip bitiriyor. Nasıl insandır kendisi gibi olmayana saldıran? Nasıl bir boşluktur bu. Diğerine hiç kafa yormadan yok etme, korkutma isteğinin ilkelliğini tartışmak gerekir mi? Bizim açmazlarımızdan biri bu galiba. Her konuda kolayca genelleyivermek.

4- Ele geçirdikleri olanaklarla sanatçı olduklarını düşünen, bunu da satma, popüler olma vb sanat dışı ölçütlerle kanıtlamaya çalışanlar sanatçı mı gerçekten? Onlar birer tüccar, birer iş adamı belki ama sanatçılıkları kuşkulu. Sözlerini iyi inceleyin. Örneğin kendileri bir yerlerden aldıklarını sunarken sanatçı olurlar da başkalarını karalarlar. Burada apaçık ele geçirilen pastanın paylaşılmaması için diğer sanatçıları dışlama, yok sayma tavrıdır gözlenen. Sanatçılığın tanımı kolay değil ama yine de elimizde bu konuda yapılmış çok sayıda değerlendirme var. Ve galiba böyle bakınca, gürültü yapanların, sanatçılıklarını iyice düşünün belki altından sıradan bir şey çıkar. İşte bu nedenle bir süre öncesine dek özençli insanlara çok yüksek paralarla satılan işlerin şimdi aynı değeri korumaması; daha da kötüsü satış olanaklarının azalması onları tedirgin ediyor. Şimdi başkaları gelecek. Şimdi onlar önde olacak . Gelenler nitelikli olacak, geçmişin olumsuzluklarını çöpe gönderip, sanatın bir başka şey olduğunu anlatacaklar.

5- İki gün Niğde bağlarında kaldıktan sonra Kapadokya’ya geldim. Burada değişik kentlerden, ülkelerden gelmiş sanatçılar birlikte üretmeye çalışıyorlar. Ben de üç Kapadokya görüntüsü çalıştım. Sanki benim resimlerim için biçimlendirilmiş kayalar. Bir sergi hazırlamayı düşündüm, Kapadokya yorumlarıyla.

6- Geçende, yaşamımda bundan sonra da önemli yer tutacak ilginç bir deneyim yaşadım. Görsel sanatlar, sanatla yakından uzaktan ilgisi ve bu konuda çabası olmayan bir çok insanın kolayca kendilerine yer açmaya çalıştıkları bir alan görünümünde. Örneğin Edebiyatla ilgili etkinlik yapsanız kimler gelir, kimleri çağırırsınız? Bu etkinlikte herkes bir köşede bir şeyler mi yazar. Ya da yazması beklenir mi?. Üretme konusundaki zorlama akıl alacak bir şey değil. Hele nicel anlamda. İki şiir bırakacaksınız. Neden? Şiir öykü istenmez ama görsel sanat ürünleri paradır, bu tür etkinliklerin masraflarını fazlasıyla karşılar. Bir de yapılanın fizik olarak gözükmesi çok kolaydır. Bir kapanış sergisiyle herkese ne denli önemli işler yaptığınızı gösterirsiniz.

7- Daha yakıcı olan bir durum oluştu görsel sanatlarda. Sanatla ilgisiz kişilerin gözünde sanatçı ve sanat yapıtı eğlencelik malzemeler galiba. Bu nedenle onların fantezilerini gerçekleştirmeleri için bir olanak sanat etkinliği. İçeriğinin ne olduğunun ne önemi var. Sanatçı onlara göre, dünyaya anlamsız bir romantizmle bakan sıradan aptaldır. Sanata destek adı altında ilkel dürtülerini doyurmanın olanaklarını yaratmaya çalışırlar. Sanatçı kim ki, dur deyince durur; çalış deyince çalışır. Anlamadıkları tepkiler görünce de boylarını aşan laflarla sizi arkanızdan karalamaya çalışırlar. Çünkü konuşacak birikimleri yoktur.
Yazık gencecik, özü güçlü insanlara kötü başlangıçlar sunuyorlar.
Onlara bir önerim var, zaman ayırmaları ve anlamaları mümkünse okusunlar. Kafa yorsunlar ve Picasso’nun şu sözünü yaşadıkları, etkinlik yaptıkları mekanların en gözüken yerine assınlar:
“Resim, düşmana karşı bir saldırı ve savunma aracıdır. Siz bir sanatçıyı ne sanıyorsunuz? Ressamsa yalnız gözleri, Müzisyense yalnız kulakları olan bir aptal mı? Sanatçı aynı zamanda, sürekli olarak canlı kalan ve olayların tümüne bu şekilde tepki gösteren bir kişidir.”
PİCASSO


3 Haziran - 6 Haziran 2008
Uçhisar Nevşehir - Şirinyer İzmir