28 Aralık 2020 Pazartesi

"Albert Camus'de Saçma ve Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli"

 

 

Bedri KARAYAÐMURLAR,"Albert Camus'de Saçma ve Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli"", Ünlem Sanat, Dergisi, C.1 Sayı:8, Sayfa :44-47, 2004, Araştırma Makale,Hakemsiz Dergi, Doçentlik sonrası

__________________________________________________________

 

 

 

tara0004

 

ALBERT CAMUS’DE SAÇMA VE YUSUF ATILGAN’IN "ANAYURT OTELİ”

 

Yusuf Atılgan yazınımızın önemli adlarından biridir. Sanat ve felsefe yapmak, biçem yaratmaktır gerçekte. Bizim sanatsal etkinliklerimizde gözden kaçan hep budur. Neyin anlatıldığı, nasıl anlatıldığından daha önemlidir çoğu kişi için. Bu yanlış bakış ya da anlayış, gerçekte  beğeni düzeyiyle ilgilidir. Yusuf Atılgan bu nedenlerle olsa gerek, okuyucuların çok ilgisini çekmez. Anayurt Oteli’ni herkes filminden tanıyor. Çünkü bir yazınsal biçemin görsel aktarımını, bir olay ilişkisi içinde izlemek daha kolaydır. Orhan Kemal için bile bir kitapçı “eskidi o” anlamında bir şeyler söylüyorsa, yazınımız açısından durum düşündürürcüdür. Çok satanlar listesinde yer almanın sanatsal düzeyle, biçemle ilgisi yoktur. İyi yapıtların az izlenmesi bundandır,  ama geleceğe kalacak olanlar da Yusuf Atılgan gibi Orhan Kemal gibi kendi biçemini yaratanlardır. Felsefesiz sanat olmaz ve sanatla felsefe yapılmaz. Felsefe, sanatçının dünya görüşü olarak siner yapıta. Yusuf Atılgan romancı olarak bunun iyi örneklerinden birisidir kuşkusuz. Biz de Anayurt Oteli’ne  böyle yaklaşmaya çalışacağız.      

Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'dan sonra ikinci romanı. Yusuf Atılgan, iki romanıyla iki portre çizer. İki kahraman arasında benzerlikler vardır. Ancak Aylak Adam'daki C ile Anayurt Oteli'ndeki Zebercet benzer sorunları yaşasalar da, yapıları farklıdır. Buna bağlı olarak seçilen mekanlar da değişiktir. Aylak Adam'da konu İstanbul'da geçer. Anayurt Oteli, bir kasabada, o kasabanın bir otelinde geçer. iki yapıtın da baş kişisi toplumdan kopmuş yalnız kişiler; ikisi de bir tek kadınla iletişim kurabilmede görüyor sorununun çözümünü ve ikisinin de çabası başarısızlıkla sonuçlanıyor."(l) Bu "Nevrastenik" tiplerin çiziminde benzerlikler olmakla birlikte, Anayurt Ote­li'nde romanın yapısının tipleme de verilmek istenene bağlı olarak, alışılmışın dışına çıktığı görülür. "Anayurt Oteli'nde (...) iletişimsizlik, yaşamın anlamsızlığı olayların rasyonel bir biçimde açıklanamayacağı, davranışların nedenlerinin bilinemeyeceği tezi romanın biçiminde de gösterir kendini. Başka bir deyişle, yaşamın anlamsızlığı roma­nın biçimine de yansır. Bu da bilindiği gibi, saçma (absurd) tiyatro ve romanının bir özelliği."(2)

Berna Moran'nın "yazarca" bulduğu, türünün tek örneği olmasa da"...okura üreticiliğin zevkini tatma imkanını en çok sağlayanı olabilir." diye nitelediği Anayurt Oteli'ne Saçma kavramı açısından yaklaşmayı denemek zevkli olacak mı bakalım.

Varoluşculuk (existentialisme) felsefesi içinde Albert Camus ile gelen saçma, onda yaşamı kavrayışın göstergelerinden biridir. Bir anlamda Camus'nun varlık kavrayışına da sinmiştir. Oysa aynı kavram, J.P. Sartre'da "Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli değildir; saçma varlığın görülen, ispatlanmayan ilk niteliğidir."(3)

İkinci dünya savaşı yıllarında, özellikle Fransa'da oldukça çok taraftar bulan Varoluşçuluk, bir felsefe olarak kaynağını Sokrates'e dek uzanan zengin bir kalıttan alır. Varlık ve Varoluş kavramlarının tartışıldığı felsefe ortamında, olasılıkla, 20.yy’in bireyi gittikçe yalnızlaştıran koşulları, Varolusçuluk'u hazırlamıştır.

Bu bir anlamda, gerçekleri kavrayan aklın, gerçeklikle çatışmasıdır. Kendi varlık nedenini aramasıdır. İnsan kendini nasıl var eder? Asıl soru budur. Çünkü, işbölümlü toplumlarda, yönlendirilmiş, işlev yüklenmiş birey yerine artık bütün bağlarından kurtulmuş bir birey söz konusudur. Bu birey kendi varlık nedenini aramak zorundadır. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntılı Fransa’sında, insanların neyin arkasına düşecekleri önemli bir sorudur kuşkusuz.

İnsan için iki seçenek kalır belki, başkaldırmak ya da yazgıya boyun eğmek. Buna yazgı denirse?

Varoluşçu felsefenin temel sorunsallarından, "fazla'lık, 'bulantı', 'saçma', kişiyi özgürlüğünün bilincine götürür." (4) Anayurt Oteli'nin, çevresine yabancılaşmış, iletişimsiz, itilip kakılan Zebercet'i bile duyumsar bu özgürlüğü. "Sağdı daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir, kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu özgürlük."(5)

Bir anlamda dünyaya fırlatılmış olan insanın, içinde yaşamak zorunda olduğu koşulların; kendi istediği dışında yüklenen yaşamının ağırlığı altında gösterdiği uyumsuzluk ve bunun sonunda kaçınılmaz olan cezanın varlığıdır saçma olan. Korinthus kralı Sisyphos'da karşımıza çıkan budur. Kendimizin dışında ve kaçınılmaz olanın yerini tutan, Tanrılar ve onların koyduğu kurallara kurnazlıkla karşı koymak; insan aklının, kendi varlığını kanıtlama isteğidir, ama sonuç; sonsuza dek sürecek bir cezadır. Saçma olan budur.

Yusuf Atılgan'ın romanlarında saçmayı işlediğini kolayca söyleyemeyiz belki. Albert Camus'nün bilerek işlediği bir kav­ram, Yusuf Atılgan'da, ele alınan tiplerde kendiliğinden çıkar ortaya. Çünkü saçma, bütün insanlar için geçerlidir. Şu ya da bu ölçüde hepimiz yaşarız saçmayı. Saçmayı görmek, görmemek, Varoluşçu olmak ya da olmamak da önemli değildir. Bu insana ilişkin bir saptamadır. "Camus'nün tanımladığı ve her yerde rastlanan çağdaş insan tipi olarak bize sunduğu- kişi, içgüdüsel olarak mutlu olmak ister, hayatının sınırsız olarak sürmesini özler, başka insan varlıklarıyla ve doğal dünya ile ilişki kurmaya çalışır, ama bu isteklerinin varlığın niteliği yüzünden boşa çıktığını görür. (.....) Bu yüzden sonun amacı, bireyin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, kuruntu, hayal kırıklığı, yabancılık duygusu ve ölüm korkusu geçirdiği zaman ne yapması gerektiğini araştırmaktır. (...) Saçma hem dolaysız dünya bilgisini olanaksız kılar, hem de bireyi akılüstü bilgiden ayırır."(6)

Camus'de bir olanaksızlıktır saptanan. Bu bir yadsınamaz çatışmadır ve insan yenik düşecektir. Ne olacağı nasıl olacağı belli olmayan bir yaşamı sürüklemek saçmadır. Bir takım tutamaklar bulsak bile. yaşamımızı anlamlı kılmak için yaptıklarımız bize neyi kazandırır? Ölüm, insanın kaçınılmaz sonu olmanın yanında kurtuluşudur da. Bu bunalımcı yaklaşımla her şeyi yadsımak da olasıdır. Ancak önemli olan insanın, bilinçsiz doğa içinde bilinçli olmasındaki saçmayı kavrayarak yeni olanaklar aramasıdır. Bu nedenle, akıl ve akıldışı arasındaki çatışmada insanı bekleyen sıkıntıyı yaşamayı başarmak gerekmektedir.

"Bizim üstünde durduğumuz sıkıntı, bütün bir çağın sıkıntısıdır ve biz kendi yaşantımızdan ayrılmak istemiyoruz. Biz ken­di tarihimiz içinde düşünmek ve yaşamak istiyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu yaşamın gerçeğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erilebilir. Çağımız Nihilisme'den çok çektiyse, aradığımız ahlaka nihilisme'i bir yana bırakmakla varılamaz, Hayır her şey yadsımada ya da saçmada bitmiyor, biliyoruz bunu! Ama, önce yadsımayı ve saçmayı ele almalı. Çünkü. bizim kuşağımız önce onlara rastladı ve ilkin onlarla kozunu paylaşmak zorundadır."(7) diyor Camus, bir denemesinde. İnsanlar saçma olanı yaşamayı sürdürecekler. Sanatçılar ve düşünürler paylaşacaklar saçmayla kozlarını. Ya da kendini varedebilenler paylaşacak­lar kozlarını.

Yabancı'nın kahramanı Meursault ile Anayurt Oteli'nin kahramanı Zebercet ne yapacaklar peki saçma karşısında? Yaşama kahramanlığını gösterdikleri için, direnmeseler bile, kısacık yaşamları için kahraman olmayı hak ettiler belki de.

Meursault, saçma olanın bilincindedir. Yaşamın anlamı yoktur. Cinayet işlerken bile neredeyse kayıtsızdır. Bu yüzden suçlu olan kendisi değil,“yakıcı güneş“tir. Akıl dışı olan, bilinçsiz doğadır. Meursault’nun karşısındaki. Ölmek ya da yaşamak anlamlı değildir. Bu yüzden kendisini savunmaya bile gerek görmez.

Zebercet için akıl dışı olan , toplum ve insanlardır. Bu nedenle roman,  Zebercet ile çevresindekiler arasındaki iletişimsizlik üzerine kurulmuştur. Zebercet’de suçlu değildir.Suçlu olan konuşmamaktır uyumaktır.

Yaşam çok karmaşıktır. Toplumda, hemen bizim yanımızda yaşayan insanlar, güven vermezler, katillerin, dolandırıcıların, eşcinsellerin, orospuların, sapıkların yaşadığı bir dünya Zebercet’i ürkütür.“ Eskiden beri dışarının insanlarını pek anlayamazdı; otele gelenlerden değillerdi sanki.“(s.65)

Otel, en az Zebercet kadar önemlidir romanda. Zebercele bütünleşmiştir. Konaktan bozma otel, dış dünyaya karşı,  kale görevini görür. Zebercet doğduğunda, küçük olması nedeniyle;“…el kadar bir şey. Pamuğa sarıp inci kutusuna yatırılır bu; Zebercet koyun adını.“(s.15) diyen Ebe’nin sözünü ettiği inci kutusu, Zebercet’le büyür. Zebercet için otel, içinden hiç çıkılmayacak bir kutudur. Bağlandığı yerdir. Tutsaktır, nedenini kendisi de bilmez. Babasının ölümden sonra yönetimini aldığı otele bütünleşir. Kendi isteği dışında olmuştur her şey. Dünyaya geliş biçimindeki olağan dışılığın cezasıdır sanki Zebercet’in yaşamı. Otel’de bu cezanın çekildiği yer. „denebilir ki, otel, doğduğu gün babasının ona uygun gördüğü pamukla döşenmiş mücevher kutusunun işlevini yerine getirmektedir. Ya da Freudcu terimlerle konuşacaksak, güvenceli ana rahminin yerini tutmaktadır. Otelin içi ve dışı ayrı iki dünyadır ve bu karşıtlık romanın ana tema’sında önemli rol oynar.“(8) Bir anlamda Sisyphe’nin taş yuvarladığı Hades’tir otel.

 

"İlle de gerekli miydi başkaları?" Zebercet'in sorduğu ama yanıtlamadığı sorudur bu. Zebercet uyumsuzluk içindeki dünyada, başkalarının varlık nedenini anlayamamaktadır. Kendi varlık nedenini anlayamadığı gibi. Otelin bir parçası olmak, bir kapı, pencere, merdiven gibi bir nesne. Dış gerçeklikle çatışması olmayan bir nesne. O zaman saçmalık kalmayacaktır. Oysa gerçek bu değildir. Zebercet'i şaşırtan otelin dışındaki dünyada insanların nasıl bu denli rahat olabildikleridir. Sanki çok olağandır her şey. Kimse olan bitenin ayırdında değildir. "Yer-yüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını bilmeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanı-yordu."(s.l52) Herkes suçluydu, belki de bu yüzden, suçluluklarını bastırmak, örtmek için üzerine geliyorlardı Zebercet’ in.

Asıl sorun, insanların birbirlerini anlamak için çaba harcamamalarıydı. Yalnızca yalan söylüyorlardı. "Ne çok yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da susarak."(s.81) İletişimsizlik ve buna bağlı olarak uyumsuzluk, herkesin bildiği yollarla, yalan söylenerek üstü örtülerek sürdürülebilirdi. Bir de pek üzerinde durulmayan, susma-konuşmama da bir çok şeyin nedeni, öncelikle de iletişimsizlikle uyumsuzluğun. Karısını ilk gece boğan gencin duruşmasında, Zebercet iç savunmasında, insanların nedensizliği anlamamalarını ürkerek yadırgar. "Bilemiyorum nedensiz olamaz mı ağır bir söz söylemek vurmak ya da konuşmamak vurmamak bir şeyler uydurmamı istiyor yaptığımı yasaların daracık bir bölümüne sığdırmak için."(s. 117) Yasalar ve toplumun kuralları, bütün insan davranışlarını kapsayacak denli geniş ve açık değildir. Bu yüzden susmanın, konuşmamanın neden olabileceği davranışlar her zaman olacaktır. Üstelik insanı savunmasız bırakarak. Bu yüz­den sorgulanmaktan korkar Zebercet. Yargılanan genç için verilen kararı kendisi için verilmiş sayar.

Saçma, uyumsuzu yaşamaktır. Yaşama ve uyum için gösterilen çabaların boşa çıkmasıyla ulaşılan "Olanakların sonuncusu"yla Zebercet, kendisini akıl ile akıl dışı arasında bir yerde görür. Yaşamın içinde her zaman varolan bu çelişki bir halk türküsünün,"...Ne ölüyüm ne sağım."(s.l51) dizeleriyle Zebercet'le özdeşleşir.

Zebercet'in sığındığı iki şey vardır, biri otel, barındığı yer; diğeri Keçecizadeler, anları. Bu iki bağ onu ayakta tutmaya yetmez. İçgüdülerini doyuracak baska gereksinimleri de vardır. Adının bile paylaşılmadığı bir ortamda yapayalnızdır Zebercet. Oteldeki işinin tekdüze olmasına karşın, içinde bulunduğu konum nedeniyle, yalnızlığını ve yabancılığını sorun etmeyen Zebercet'e önce koruyucusu olan otel oyun edecektir. Yaşa­mın acımasızlığının tanıklığını yaptığı yer, ona iletişimin, sevginin ne olduğunu da gösterecektir. Otelde kalan öğretmen çift, kaçak aşıklar, uyumakta olan duygularını dürtecek, otelle bağlantılı olan anılarında da, Keçecizadelerin intihar eden oğullan Faruk’la bü-tünleşecektir. Faruk yengesine aşıktır. (çözümsüz, iletişimsiz, karşılıksız, açıklanamayan aşk , Faruk'un kendini asmasına ne­den olacaktır.

Cinsel isteklerini karşılayan, sürekli uyuyan, konuşmayan Zeynep'le olan ilişkisinin yetmediğini anladığında iyice yalnızlaşacaktır.

Yaşama tutunması için umutlar gereklidir. Umut, otele bir perşembe günü gelen kadındır. İlkokul öğretmenine benzemektedir. İletişim kurulabilecek, düşlediği kadın tipidir. Kadın otelden ayrılıp, yakında bir köye gidince, odasını kapalı tutar. Kadın dönecektir nasılsa. Bu, umudun yaşanmasıdır.

Umudu yaşadığı sürece, dışarıya çıkmaya başlar, kendine yeni giysiler alır. Bıyığını keser. Yeni bir insan olma yolundadır. Dışarıdaki, anlayamadığı dünyaya karışmaya çaba harcar. Yeniden olumsuzlukları yaşar. Geçmişte yaşadıklarından farklı de­ğildir. Bu sure içinde, düşlediği kadının kaldığı odada, kadın havlusu ve "Dibinde bir yudumluk kararmış çay artığı..." olan bardakta umutlarını sürdürmek ister. "Bardağı ağzına götürürken gözlerini kapadı; durgun bayat çayın kokusunu duydu; kadının dudaklarının izi sandığı yeri öptü." (s.56) Ancak, yukarıdan gelen gürültüyle bardağı elinden düşürüp kırar. Bu umudun yaralanmasıdır. Zebercet umutlarını sürdürebilmek istemektedir. "Az önce ikinci çayını içerken dibinde bir yudumluk çay bıraktığı bardağı aldı; odaya götürüp kırılan bardağın yerine koydu." (s.58) Sapkınca da olsa yaşama bağlıdır bu aşamada Zebercet.

Kadının gittiği köyden, otelde unutulan havluyu almaya gelen iki gençle, umut sona erer. Kadın bir gün trene binmiş ve gitmiştir. Zebercet, fetişe dönüştürdüğü havluyu vermek istemez. Zaten verilecek durumda da değildir. Otelde bir kaç gün kalmış, sonradan polislerden kızını boğduğunu öğrendiği emekli subayın odasına götürür gelenleri. Orada da bir havlu unutulmuştur. Rastlantı, kadının unuttuğu havlunun aynısıdır. Romanın başında, romanda tanıyacaklarımız kısaca tanıtılırken o iki havlunun neye yaradığını sormadan geçmek olanaksızdır. Havlular ölümle yaşamın örtüştüğü nesnelerdir.

Umut yoktur artık. "ancak tek bir kadına, erişilmez bir kadına." (s. 167) bağlı olan umutlar yoktur artık.

Otelde kalan çiftlerin konuşmaları, kadınların erkeklerine söylediği sözler, Zebercet'te yeni istekler uyandırır. Dünyada iletişimi yaşayanlar da vardır demek. Bu düşüncelerle, uzun zamandır uğramadığı ortalıkçı kadının odasına girer. Tepki almak istemektedir. Bir söz duymak istemektedir. "Uykuda istemiyordu artık." (s.88) Ancak başarısız olur ilişkide. "Kadının gözleri kapalıydı. Birden abanıp iki eliyle boynunu sıktı." (s.89) Ortalıkçı kadını- "Cinsel ilişkide uğradığı başarısızlıktan      kadını sorumlu tutsa da, bu, onu öldürmesi için yeterli neden olmasa gerek."(9)-sanki iletişim-sizliği ortadan kaldırmak için öldürür. Artık nasılsa umut yoktur.Zeynep'in varlığı da en az kendi varlığı kadar saçmadır.

Çok önemsediği otel yöneticiliğinin de sandığı kadar önemsenmemesi iyice boşlukta bırakır Zebercet'i. Zebercet'in dış dünya ile ilişkisi demek olan, otel fişlerinin karakola gönderilmesinin de hiçbir anlamı yoktur. "Şaşılacak şeydi yıllardır babasının, gerekse onun, önemle, aksatmadan her hafta polise gönderdikleri kağıtların orada bir yerlere atılması. Yukarıyla bir bağlantı sanırdı bunları." (s.106) Bağlanacak hiçbir şey kalmamıştır O'nun için.

Saçma kavramında, saçmanın saptanması yanında, yaşamın savunulması, her şeye karşın yaşanması istenir. "Hayattan gerçeğe uymayan isteklerde bulunmamalıyız. Hayatı kafalarımızın denediği gibi kabul etmeliyiz." yargısı çıkarılabilir. Bunun karşıtı, saçmaya teslim olmaktır. İki yol görün-mektedir. "İntihar" ya da "İnanç atlamak."

Zebercet, 1963 yılının 10 kasım günü, dışarıda sirenler çalarken, ne olduğunu anlayamadığı gürültülerin ortasında asar kendisini, Anayurt Oteli'nin, o kadının kaldığı odada, Faruk'un da intihar için kullandığı masayı kullanarak. "Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için: "Ölüm"(s.l68)

Anayurt Oteli, tip çözümlemesinde gösterdiği ilginçlik kadar, romanın     örgütlenmesinde de ilginçtir. Romanın biçimsel başlangıcında. neredeyse, bir senaryo ya da tiyatro metnindekine benzer tanımlar verilir. Kırk gün olarak tasarlanan ama, yirmi iki günde sona eren bir zaman kesitinde, durmadan gezinilir. O güne dek yaşananlar da otelin yaşıyla birlikte Yüz yirmi dört yıllık uzun bir dilimdir bu - Uzun aralarla aktarılır, Yüzlerce binlerce oyuncunun gezindiği an­cak kimsenin görünmediği ilginç bir oyun gibidir roman.

Anayurt Oteli'ne saçma açısından bakılabileceği gibi. Freud ve cinsellik açısından da bakılabilir. Bu bakımdan da ilginç verileri var. Belki bütün olan bitenler saçmadır. Zebercet'in, Otel'in yaşamı gibi.

 

 

 

 

KAYNAKLAR

1- Berna Moran, "Turk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişimYayınları, Istanbul 1990

2- Berna Moran, agy ., (s.220)

3- John Cruickshank. "Albert Camus ve Baş-kaldırma Edebiyatı" Çev;Rasih Güran, De Yayınevi, Istanbul 1965,(s.73)          '      y

4- Ekrem Aksoy "Yazın ile Felsefenin Eylemde Buluşması",Türk Dili Yazın Akımlan Özel Sayısı) Ankara 1981 ,(s.319)

5-John Cruickshank, agy .,(s.71)

6- Yusuf Atılgan, "Anayurt Oteli", Bilqi Yayınevi, Ankara l973,(s.173) Romandan yapılan diğer alıntılar ( ) içinde gösterilmiştir.

7- Albert Camus, "Denemeler", Çev. S Eyüboğlu - V. Günyol, Say Yay Istanbul 1989,(s.55)

8- Berna Moran,agy ..(s.225)

9- Berna Moran,agy .,(s.227)

10- Albert Camus, “L’étranger”, Editions Gallimard, Paris 1991