11 Temmuz 2008 Cuma

Festivaller Zamanı

Festivaller Zamanı

Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com


1- Bu yazıyı geçen hafta okuyacaktınız ama ülkemin gündemi öyle yoğun ki yazan çizen yayınlayan herkes tedirgin. Bu nedenle girişi değiştirdim. Gündeme yetişmek zor.
Ülkemiz sıkıntılı günler yaşıyor. Ne zaman yaşamadı ki? Dünya uygarlığının yaratıldığı coğrafyada olmak. Yer altı ve yer üstü kaynaklarıyla geleceğin enerjisini elinde tutmak. Kıtaların kesiştiği önemli bir noktada olmak. Nüfusu genç ve gizilgücü yüksek bir ulus olmak. Sıkıntılar içinde yüzmek için yeterli bu kadar neden. Başkaları bizim için iyi şeyler düşünmez, bu doğal olabilir ama kendimiz, neden bu güzel ülke için iyi şeyler düşünmeyiz.
11 Temmuz Srebrenitsa Katliamının yıldönümü. Güzel anılar oluşturmalı insanlar. Kozmosun içindeki zavallı insanın kısacık ömrüne bu denli çok kötülük sığdırması ne şaşırtıcı. Ve kötülükler başkaları için kahramanlık olarak algılanıyorsa ve sonsuz ödül için ulaşılmış bir başarı sanılıyorsa, nasıl başa çıkılır. Tek çare Samanyolu Galaksisi’nin bir köşesinden bakmak yerküreye. Ne güneş var, ne dünya. Ne insan var, ne savaş. Asıl olan yaşamak. Sevin kendinizi. Sevin insanı ve insana dair olanı. Mavi kelebekler uzak yıldızlara gitsinler. Ya da, bilmem ne demeli.

2- Yaz ayları, görsel sanatlarda etkinliklerin büyük kentlerden yazlık kentlere göçmesi alışıldık olaylardan. İzmir de nasibini alır bu durumdan. Galeriler tatile girer. Sergiler yazlıkçıların peşinden oralara gider. Yaz ayları festivallerle sürer gider.
Buca Belediyesi’nin gerçekleştirdiği İzmir'de 4. Uluslararası Müzik ve Dans Festivali bitti.
İzmir Kültür Sanat Eğitim Vakfı’nın (İKSEV) düzenlediği 22. Uluslar arası Müzik Festivali sürüyor. 22 Temmuz’a dek sürecek. Sevgili Seval Deniz Karahaliloğlu yakından izliyor Festivali. Bu bahaneyle başsağlığı dilerim Karahaliloğlu’na.

3- Geçen Hafta sonu Bodrum Gümüşlük’teki Gümüşlük Akademisi’nin açılışına katıldım. Latife Tekin’in içinde bulunduğu ilk kuruluşundan sonra yeniden yapılandırılmaya çalışılan Gümüşlük Akademi, sanatçıların desteğiyle yeniden yaşama tutunmaya çalışıyor. İşlikleri, kütüphanesi, konaklama yapıları, amfiteatrı, yapay göleti, kurbağaları ve balıklarıyla Gümüşlük Akademi, Gümüşlük sırtlarındaki ormanların içinden aşağılara Ege’ye bakıyor.
Açılışta alışılmış görüntüler yoktu. Yani hamasi nutuklar atan, aynı sözü elli bininci kez yineleyen kimse yoktu. Müzik eşliğine Yavuz Tanyeli’nin başlattığı tuval boyama eylemine hepimiz elden geldiğince katıldık. Göl kıyısında uzun zamandır görmediği Ali Atmaca’yı karşılaştık. Ayak üstü söyleştik.
Bodruma gidiş gelişimiz biraz sıkıntılıydı. İzmir’in ressamları, heykeltıraşları, seramikçileri, baskıcıları toplanmışlar, bir kültür merkezine gidiyorlar ama ne gidiş. Daracık koltuklarda, yanarak donarak yolculuk. En keyifli yanı, dostlarla birlikteyiz. Bafa’da verilen çay molası ve göl izlenimleri doyumsuzdu. Gerisi uzun sürer. Ülkemiz sanatçısına, eğlence sektöründe çalışanlardan bazılarına verdiği olanakların yüzde birini verdiğinde gelecek daha aydınlık olacak. Herkesi saymak uzun sürer ama Yıldız Ersağdıç, Hülya Yalçın, Peruze Yiğit, Oğuz Demir katılanlardan bazılarıydı.

4- İzmir’e döndükten beş gün sonra, 15. Uluslararası Eşme Festivali’nin konuğu olarak Eşme’ye gittim. Eşme Belediyesi’nin kente kazandırdığı sanat galerisini ne kadar övsem azdır. Benim de çalışmalarımın olduğu serginin düzenlenmesindeki özen, sergi katalogunun hazırlamasındaki düzey, Eşme’de nitelikli aydın yöneticilerin iş başında olduğunu gösteriyor kanısındayım. Sanatla bağı olmayan, belediye başkanlığını kaba rant dağıtımı olarak gören belediye başkanlarıyla kıyaslandığında Eşme Belediye Başkanı Sayın Ahmet Yıldırım, kentinin kültürel değerlerini önemseyen ama evrensel değer yargılarının ayırtında olan birisi bana göre.
Eşme güzel insanları, onların duygularıyla biçimlenmiş el emeği güzel kilimleri ile Ege’nin önemli kentlerinden biri. Festival, nüfusuyla kıyaslandığında, çok sayıda etkinliğe ve konuğa ev sahipliği yaptı. Fransa ‘dan Bulgaristan’a değişik ülkelerden gelen konuklar yanında Muzaffer İzgü gibi onurumuz önemli bir yazar, geçmiş yıllarda aynı dergilerde yazdığımız, yazılarımı şiirlerimi çizgilerimi paylaştığım Halim Yazıcı, Ahmet Günbaş, Oğuz Tümbaş gibi ozanlar oradaydı.
Resim sergisine İzmir’den çok sayıda sanatçı katıldı. Benimle birlikte, çoğu İzmir’den yirmi iki sanatçı vardı sergide. Sergi açılışına ve diğer etkinliklere katılan İlknur Kocabıyık, Sezin Haşıcı, Mehmet Aslan’ı anmam gerekiyor. Festivalin görsel sanatlarla ilgili kısımlarının hazırlanmasında emeği geçen Eşmeli sanatçılar, Mehmet Aslan ve Seyfi Yıldırım’ı kutlamak gerekiyor.
Bir çok ülkenin güzellenin katıldığı yarışmada seçici olmak benim için ilginç bir deneyimdi.

4- Festivalde Halim Yazıcı ile birlikte katıldığımız “Sanatı Sevmek ve Sanatla Yaşamak” konulu söyleşide düşüncelerimi Eşmelilerle paylaşma fırsatı buldum.
Sanat, yaşamın ve en önemlisi insanın anlaşılması için gerekli insan etkinliklerinin başında gelir. Yaşam arabasını iki at çeker. Biri bilim, biri sanat. Bilim nesnel dünyayı çözümler, İnsan için anlaşılır ve yaşanılır bir dünyanın kurulması için ayrıştırır nesnelliği. Maddenin en görülmez küçük parçalarına kadar içine işler. Uzayın uzaklıklarına uzanır. Her şey dünyayı insan için dönüştürmek ve değiştirmek için yapılır. Bu sayede, topraktan son model arabalar çıkarır bilim. Üzerinizdeki giysi kim bilir hangi nesnenin içinde gizliyken bilimin geliştirdiği yöntem ve tekniklerle size ulaştırılır. Bir düşünün, insanın olmadığı bu yeryüzünde şimdi kullandığımız araç gereçlerin biri bile olamazdı. İnsan bilimle onları çekti çıkardı maddenin içinden. Onu ışık yaptı, onu uçak yaptı, vapur yaptı, kamera yaptı. Yaptı da yaptı.
Sadece bilimin geliştiği bir dünya olanaksızdır. Çünkü sanat bilimden önce vardır. İlk avda, ilk çapada, ilk oyunda hep sanatın başlangıcı vardır. Bilim, gelişen insanın gereksinimlerini karşılamak için çalışır. Ama gereksinimleri sanat oluşturur. Bilimin yarattığı olanaklarla, yaşayan insan, onun buluşlarının yarattığı çok sayıda fiziksel ve ruhsal sorunla baş etmeye çalışır.
Her gelişme bir sorundur aynı zamanda ama insan çözemeyeceği sorunları yaratmaz. İşte bu sarmalda bilim ve sanat birlikte kurarlar insanın dünyasını. Sanatın olmadığı, sanata, sanatçıya, düşünceye değer verilmeyen bir ülkenin, bilim ve teknik en üst düzeyde de kullanılsa, gelişmiş olma olasılığı yoktur.
Sanat insanın beğenilerini geliştirir. Sanata önem verilen ülkelerde, beğenisi gelişmiş insanlar, rant uğruna kendi kültürel değerlerini yok etmezler. Sanatın olduğu yerde, diğer insanlara saygısızlık yoktur. Sanat beğenisi olan insanlar, başkalarının hayatını tehlikeye sokacak hiçbir şey yapmaz. Örneğin trafikte magandalık yapmaz.
Güzel bir dünyada yaşayın.


1- 11 Temmuz İzmir

25 Haziran 2008 Çarşamba

Sanat ve Hayat

Sanat ve Hayat

Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com


İzmir, Türkiye’nin aydınlık yüzü. Gelecek beklentilerinin ilk seslendirildiği, çağdaş ve uygar Türkiye’nin gülen yüzü. Merhaba.

İzmir’de sanat ve sanatçıların sizlerle buluşmasına katkıda bulunmaya çalışacağım. Ama izninizle şunu belirtmek ve vurgulamak isterim; sanatçı sözünden anlaşılması gereken, eğlence dünyasında çalışanlar değil, düşüncesini sanat yapıtlarıyla açıklayan kişilerdir. Sanatçı, gününe, çağına, ülkesine ve insanına karşı duyarlı ve sorumlu olan insandır. Sanatçı, yaratıcı ve özgün çalışmalar yapan, bunları da her türlü çıkar ve beklentiyle değerlendirilemeyecek nitelikte üreten insandır. Bu nedenle sanatçılar günün tanığı, geleceğin habercisidir. Bir anlamda toplumun nabzını elinde tutan, toplumun vicdanı olan kişilerdir. Bu denli önemli olan sanat ve sanatçının İzmir’deki varlığı, ona değer verenlerle, sizlerle daha da güçlenecek.

Bizler sanatçılar olarak, alanımızla ilgili sorumluluklarımızı elimizden geldiğince ve şaşılacak bir özveriyle yerine getirmeye çalışıyoruz. Bu abartı değil. Şimdi herkes bir köşede dinlenmeye çalışıyor ya da geçimin peşinde ama birileri, ne olacağı, ne karşılık alacağı belli olmayan bir çabayla uykusuz ve terleyerek, yazıyor çiziyor seslendiriyor. Kararan havada, şimşekler çakan beynin fırtınalarını, içinde tutamayacak kadar biriktirmiş birinin boyadığı tuval, üç kuruş için boyanmış olabilir mi? Herkes uyurken dizeler düşen, aydınlık geleceği düşleyen şair, nasıl biridir, bir düşünün. Sanatçı düşünen insandır bu nedenler.

İzmir son yıllarda önemli sanatsal etkinliklere ev sahipliği yaptı. Bundan sonra, daha da çoğalacak bu etkinlikler. Bizim için ilginç ve anlaşılmaz olan şey , nitelikli etkinliklere ve özellikle İzmir kaynaklı çabalara destek vermeyen İzmir kurumları, her nedense dışarıdan gelenleri, örneğin, mayıs ayında Atlas Pavyonu’nda açılan bir işporta sergiyi desteklediler. Hiç anlamadığımız bir başka uygulama, Güzel Yalı Kültür Merkezi’ndeki galeride İzmir’de yaşayan sanatçılara yer verilmemesi. Galerinin sergi düzeyini korumak gerekçesiyle yapılan bu uygulama, sanıyorum bir başka kentte yaşanmaz. Üstelik tartışılacak sergileri göz ardı etmemeliyiz. İlgililerin ve sanatçıların bu durumu değerlendirmesinde yarar var.

Sinema anlatım olanakları ve kitlelere ulaşma bakımından sanatlar içinde önemli bir yere sahip. Sentez sanat. Sinemanın bu özelliklerinden yararlanan çok sayıda alan var. Örneğin görsel sanatlarda sinema gibi video art çalışmaları da ilgiyle izleniyor. Picasso’nun değindiği gibi resim (sanat) bir saldırı ve savunma aracıdır. Sanatın kullanımıyla ilgili bir örneği ilgilerinize sunmak istiyorum.

Geçende eski öğrencilerimden biri, çok etkilenmiş olacak ki, Sinan Çetin'in “Mutlu Ol! Bu Bir Emirdir”[1] “2 kasım 1934 Anadolu’da bir köy” diye başlayan kısa filmini gönderdi. Filmin sunumunda kime ait olduğunu bilmediğim bir sav söz var: “İnsanların müziğine, kültürüne, yaşam tarzına yasaklar koyan siyasi otorite, hayatın karşısında daima tuhaf duruma düşmüştür.” Bu müthiş öngörü, nedense bana 12 Mart ve 12 Eylül günlerini anımsattı. Bir de “Beynelmilel’i. Sinan Çetin’e anımsatmak isterim, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın sözünü ettiği “travmalar” nerelerde yaşandı dersiniz. Sokak ortasında sürüklenen kadınları, üniversite yurtlarında kampuslarında ve daha nice yerde oruç tutmadı, açık giyindi diye hırpalananların travmalarını ve yaşam tarzlarına zorla el uzatılan insanları ne çabuk unuttunuz. Bu toplumda insanların yaşama düşünme ve inanma biçimlerine hep saygı duyuldu. Ama şimdi Globalizmin ağzıyla Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerini eleştirenlerin geçmişte yaşattıklarını da anımsayın. Madımak olayının 15. yıldönümü geldi. Sinan Çetin’in hiç mi yüreği sızlamaz. Anlattığı öyküde, sözde 1934 yılında bir köy evinde, (Bana göre hiç çalışmamış o tarihin evleri ve yaşama biçimini.) kadınlı erkekli bir grup türkü söylüyor. Birden içeri askerler giriyor. İçlerinde hiç rütbeli yok. Hepsi er. Okuyamadıkları adlarıyla klasik müziğin ünlülerinin yapıtlarını seslendirmelerini söylüyor gruba. Onlar da Mozart Beethoven’i seslendiriyorlar. Eğlenceli bir karikatürle, Cumhuriyet uygulamalarını araştırmadan eleştirmek, hak olabilir ama insafsızlık değil mi? Atatürk’ün sanata nasıl önem verdiğini, üstelik türkü ve şarkıları nasıl bir duygu yoğunluğuyla dinlediğini her aydın bilir sanıyorum. O dönemde Atatürk’e yaranmak için bazı uygulamaları abartanların yaptıklarını, Cumhuriyetin sırtına yıkmak doğru değil bize göre. Ama bu bir projenin parçası. Sinan Çetin’in söylemleriyle, 10. İstanbul Bienal Küratör’ü Hou Hanru’nun sözleri nasıl da destekliyor birbirlerini.

Şimdi bir tez işleniyor: “Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biri olarak Türkiye’nin tarihi ve son dönem konumu bu yöndeki en radikal, çarpıcı ve etki uyandıran vakalardan birini oluşturuyor. Ancak can alıcı bir sorun, Kemalist proje tarafından savunulan modernleşme modelinin yine de sisteme dahil bazı çözülemez çelişkiler ve ikilemlerle dolu, tepeden inme bir dayatma olması: reformların, devrimci birer araç olarak gerekli olmalarına rağmen yarı-askeri bir şekilde dayatılması demokrasi ilkesine aykırıydı; milliyetçi ideoloji evrensel hümanizmin benimsenmesine aksi yönde işledi ve toplumsal bir elit önderliğindeki ekonomik ilerleme toplumsal bölünme üretti. Popülist siyasi ve dini güçler, taleplerini toplumun ‘taban’ında yeniden oluşturmayı ve yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardılar.”[2]

“Bugün modernleşme yerel koşullar ve ideallerle ilişkili çeşitli modeller üzerinde, ve bireysel yerellikle ile ‘küresel’ arasındaki uzlaşmaların alanında gerçekleştirilmeli. Başka bir deyişle, Türkiye toplumunu mevcut çelişkili durumundan çıkarmak için, bireysel haklara ve hümanist değerlere saygı üzerine kurulu, aşağıdan gelen, gerçekten demokratik bir modernleşme ve modernlik projesi gerekmektedir.”[3]

Cumhuriyete ve Atatürk Devrimlerine saldırmak, Batılı, çağdaş ve demokrat olmakla eş anlamlı oldu; hem de öyle oldu ki, geçmişte ülkenin rotasını çizenlerin varmak istediklerini yok ederek batıya ulaşmak marifet sayılıyor artık. Çünkü ikisi arasında temel bir fark var: Kurucuların uygarlık olarak baktıkları yere, yeni devrimciler(!), istedikleri gibi yaşama özgürlüğünü sağlayacak bir kurtuluş olarak bakıyorlar. Uygar olmak yerine yok olma özgürlüğü. Tutsak bir ülkede inanç özgürlüğü. Bağımlı bir ülkede yaşama özgürlüğü. Özgürlüğü içi boşalmış bir kavram olarak algılayanların, dahası bu dünyada ülkeleriyle ilgili hiç beklentileri olmayanların, özgürlüğü olanaklarıyla algılayamamalarından daha doğal ne olabilir. Irak “özgürleşirken” milyonlarca canını yitirdi. Camileri, minareleri, en kutsal mekanları, müzeleri, geçmişleri yok edildi.
Küreselleşme bir gerçeklik olsa da sanatçılar bu oluşuma rüzgara kapılmış yapraklar gibi katılmaz. Düşünür, tartışır. Tepki verir.

Sanat severlere sanatçılara ve İzmir’in güzel insanlarına huzurlu bir yaz diliyorum.









[1] Yazan yöneten : Sinan Çetin

[2] Hou Hanru, “İmkânsız Değil, Üstelik Gerekli: Küresel Savaş Çağında İyimserlik” 10. İstanbul Bienali Sunum yazısı ya da kavramsal çerçevesi. Bkz: http://www.iksv.org/bienal10/detail.asp?cid=3&ac=kavramsal
[3] agy

7 Haziran 2008 Cumartesi

Midilli'den Kapadokya'ya

Değinmeler Haziran 2008





Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com
karayagmurlar@gmail.com


1- Yaz geldi yine. Eğlenmekten yorulanların eğlenerek dinlenmeleri için bir yaz daha geldi. Zaman geçiyor. Acaba kaç yaz daha göreceğiz. Bilmemek ne güzel. Kaç kış geçecek, ne baharlar göreceğiz kim bilir. Bu güzelim dünyada her günün her mevsimin tadını çıkara çıkara yaşamak ne zor. İnsanın insana ettiğini anlamak kolay değil. Bir düşünün biri doğayı, öbürü insanı, bir başkası evreni anlamaya çalışıyor. İnsan daha insan olsun, tam insan olsun diye özveride bulunuyor. Bir canlının soyu kurumasın diye akla karayı seçiyor. Nesnenin anlaşılmamış yanlarını bulmak için günlerini harcıyor laboratuarda. Bir başkası kendisini tersyüz ediyor uykusuz; insan insanı daha iyi anlasın diye. “Her ağacın kurdu kendi özünden olur.” Ve koca insan gövdemizi kemirir kendi kurtlarımız. Biri bütün topraklara beton kusar. Bir başkası kurşun döker insanlığımıza. Ne de güzeldir gerekçeleri: Demokrasi ve özgürlük. Olanakları yok edilmiş içi boş özgürlükler ya da seçime güdümlü bir demokrasi.

2- Ayvalık Kültür Sanat Derneği’ nin (AYKÜSAT) düzenleyicilerden olduğu Midilli Ayvalık günlerinin konuğu olarak, sevgili İlknur Kocabıyık ve sevgili Reyhan Abacıoğlu ile birlikte Midilli de bir kaç gün geçirdim. Gidişten dönüşe kadar ayrıntılarıyla anlatıldığında bu coğrafyanın özelliklerini çarpıcı biçimde yaşadığımı söyleyebilirim. Bu yolculuğa ayrılmış bir başka yazıda anlatacaklarımdan kısaca söz etmeliyim. Ayvalık ‘ta yola çıkıştaki karmaşa tam bize göreydi doğrusu. Midilli gümrüğünde Kuzey Kıbrıs’a gittim diye bekletilmem ve pasaportuma mühür vurulmaması, Yunanlıların Kıbrıs politikalarının yansımasıydı. Neyse adadaki kültür müdürlüğü yetkilisi geldi de kurtuldum. Sonrası tam bir bayramdı. İkiz kardeşimi görmüş gibi oldum oradaki insanlarda. Özellikle Yorgo’nun yakınlığı, yardımları evini açması unutulmaz . Panayotis’in uzoevinde yediğimiz yemekler ve sohbet harikaydı. Bir de Midilli’de doğmuş Paris’te yaşamış bir aydın, bir naif ressam Stratis Eleftheriadis’in yıllarca biriktirdiklerini görmek susamış bir dudağa değmiş kaynak suyu gibi geldi.. Aldığım notlar çok uzun. Sofia Taeggou ’nun (Umarım doğru yazmışımdır), Glorian’ın, Dina’nın yakınlıklarını unutmayacağım. Vali Pavlos VOGIATZIS’in inceliğini de anmalıyım. Bir de Alkviadis’in Sirtakisini. Alkiviadis bir fotoğrafçı aynı zamanda. Yorgo ‘da annemin memleketlisi. Mübadele her şeyi karmakarışık yapmış. Hala kanıyor insanların yürekleri. Evini görmeye giden bir Türk’ün komşusuyla kucaklaşıp ağlaması unutulur mu? Bir de Yunanistan’a göçmüş Ortodoks Karamanlılar. Tarihçiler iyice araştırmalı bu konuyu.

3- Türkiye’de gündem hızla değişiyor. Bunları da yazmalıyım diye düşünmeye başladığınızda yazmamışsanız, çabucak eskiyor, yeni bir konu öne çıkıyor. Bazen her şeyin dışında kalarak dünyaya bakmak daha mı keyifli acaba. Değiştirme olanaklarımızı yitiriyoruz. Yaşam bizim dışımızda kendince biçimleniyor. İnsan canlı bir varlık olarak bu yapıda özel bir öneme sahip kuşkusuz. Ama evrendeki yeri nedir? Bir düşünün, yerküremiz, bize büyük gibi gözüken yerküremiz, evrenin sonsuzluğu içinde, bir çöldeki kum tanesinden daha mı büyük acaba. Ya zavallı insan. Yetkinleşerek kendi trajedisini yaratan insan; ille de ben demek için nasıl da çıldırıyor. Koskoca filin geleceği yok. Filler adına sonsuz dünyalar kurmaya çalışmak ne aptalca. Fil akıllı, duygulu bir hayvan. Kendi sonsuzunu kendisi yaratmalı. Bunu başaramıyorsa, bir organizma olarak yok olmak zorunda. Oysa insan yok olmaya dayanamıyor ve kendisini öyle önemsiyor ki, sonsuzun içinde sonsuz bir yaşam tasarlıyor. Bu beklentisiyle de kurallar uyduruyor. Kimini suçlu, günahkar ilan ediyor ; kimini de göklere çıkarıyor. Ve buna öyle inanıyor ki, başkalarının inançlarını gücü oranında yok edip bitiriyor. Nasıl insandır kendisi gibi olmayana saldıran? Nasıl bir boşluktur bu. Diğerine hiç kafa yormadan yok etme, korkutma isteğinin ilkelliğini tartışmak gerekir mi? Bizim açmazlarımızdan biri bu galiba. Her konuda kolayca genelleyivermek.

4- Ele geçirdikleri olanaklarla sanatçı olduklarını düşünen, bunu da satma, popüler olma vb sanat dışı ölçütlerle kanıtlamaya çalışanlar sanatçı mı gerçekten? Onlar birer tüccar, birer iş adamı belki ama sanatçılıkları kuşkulu. Sözlerini iyi inceleyin. Örneğin kendileri bir yerlerden aldıklarını sunarken sanatçı olurlar da başkalarını karalarlar. Burada apaçık ele geçirilen pastanın paylaşılmaması için diğer sanatçıları dışlama, yok sayma tavrıdır gözlenen. Sanatçılığın tanımı kolay değil ama yine de elimizde bu konuda yapılmış çok sayıda değerlendirme var. Ve galiba böyle bakınca, gürültü yapanların, sanatçılıklarını iyice düşünün belki altından sıradan bir şey çıkar. İşte bu nedenle bir süre öncesine dek özençli insanlara çok yüksek paralarla satılan işlerin şimdi aynı değeri korumaması; daha da kötüsü satış olanaklarının azalması onları tedirgin ediyor. Şimdi başkaları gelecek. Şimdi onlar önde olacak . Gelenler nitelikli olacak, geçmişin olumsuzluklarını çöpe gönderip, sanatın bir başka şey olduğunu anlatacaklar.

5- İki gün Niğde bağlarında kaldıktan sonra Kapadokya’ya geldim. Burada değişik kentlerden, ülkelerden gelmiş sanatçılar birlikte üretmeye çalışıyorlar. Ben de üç Kapadokya görüntüsü çalıştım. Sanki benim resimlerim için biçimlendirilmiş kayalar. Bir sergi hazırlamayı düşündüm, Kapadokya yorumlarıyla.

6- Geçende, yaşamımda bundan sonra da önemli yer tutacak ilginç bir deneyim yaşadım. Görsel sanatlar, sanatla yakından uzaktan ilgisi ve bu konuda çabası olmayan bir çok insanın kolayca kendilerine yer açmaya çalıştıkları bir alan görünümünde. Örneğin Edebiyatla ilgili etkinlik yapsanız kimler gelir, kimleri çağırırsınız? Bu etkinlikte herkes bir köşede bir şeyler mi yazar. Ya da yazması beklenir mi?. Üretme konusundaki zorlama akıl alacak bir şey değil. Hele nicel anlamda. İki şiir bırakacaksınız. Neden? Şiir öykü istenmez ama görsel sanat ürünleri paradır, bu tür etkinliklerin masraflarını fazlasıyla karşılar. Bir de yapılanın fizik olarak gözükmesi çok kolaydır. Bir kapanış sergisiyle herkese ne denli önemli işler yaptığınızı gösterirsiniz.

7- Daha yakıcı olan bir durum oluştu görsel sanatlarda. Sanatla ilgisiz kişilerin gözünde sanatçı ve sanat yapıtı eğlencelik malzemeler galiba. Bu nedenle onların fantezilerini gerçekleştirmeleri için bir olanak sanat etkinliği. İçeriğinin ne olduğunun ne önemi var. Sanatçı onlara göre, dünyaya anlamsız bir romantizmle bakan sıradan aptaldır. Sanata destek adı altında ilkel dürtülerini doyurmanın olanaklarını yaratmaya çalışırlar. Sanatçı kim ki, dur deyince durur; çalış deyince çalışır. Anlamadıkları tepkiler görünce de boylarını aşan laflarla sizi arkanızdan karalamaya çalışırlar. Çünkü konuşacak birikimleri yoktur.
Yazık gencecik, özü güçlü insanlara kötü başlangıçlar sunuyorlar.
Onlara bir önerim var, zaman ayırmaları ve anlamaları mümkünse okusunlar. Kafa yorsunlar ve Picasso’nun şu sözünü yaşadıkları, etkinlik yaptıkları mekanların en gözüken yerine assınlar:
“Resim, düşmana karşı bir saldırı ve savunma aracıdır. Siz bir sanatçıyı ne sanıyorsunuz? Ressamsa yalnız gözleri, Müzisyense yalnız kulakları olan bir aptal mı? Sanatçı aynı zamanda, sürekli olarak canlı kalan ve olayların tümüne bu şekilde tepki gösteren bir kişidir.”
PİCASSO


3 Haziran - 6 Haziran 2008
Uçhisar Nevşehir - Şirinyer İzmir

8 Mayıs 2008 Perşembe

Değinmeler Mayıs 2008

Değinmeler Mayıs 2008
Bedri Karayağmurlar

1- Evden Yetişen Dananın Değeri Bilinmez

Anadolu’ da bir söz vardır bilirsiniz:” Evden yetişen dananın kadri bilinmez.” Yabancı hep iyidir. Yabancı nasıl iyi olmasın; öncelikle yabancı olmanın doğası gereği, bilmediği bir yerde, gelir gelmez içini gösteremez ya. İyi gözükmeye çalışır. Ne yapsın başka? Oysa tanıdık bildik, ne etse, nasıl uğraşsa, bilirsiniz ne olduğunu. Halk başka sözlerle de açıklar durumu. “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür.” Elinki bir başkadır hep. Bilmem kimlerin evi bir başkadır. Öbürünün yazlığı daha güzeldir. İnsandan nesneye, yaban olan, yabanının olan bir başkadır nedense. Bu hay huy içinde, yanınızdakini anlamadan ötekine yan gözle hasetlenerek geçer güzelim günler. En iyisi sizinkidir aslında da, nasılsa eldedir güvendedir, bu nedenle anlamazsınız değerini. Bu değerlendirme biçimi ne Batılı ne Doğulu ne kentli ne köylü olmamaktan mı kaynaklanır acaba? Yoksa insanın doğasından mı? Kaynağı her neyse bu davranışın, içinde çekememezlik, hasetlenme kıskançlık gibi duyguları barındırdığı apaçık ortada. Bir de bilisizlik.

2- El Prado Hikayesi

Fuar Atlas Pavyonu’nda açılan ilginç bir sergi 11- 20 Nisan arasında oldu bitti. Kim duydu bilmiyoruz. Elimde bu serginin katalogu var, Kocaman EGEART 2008 yazıyor başlıkta. Altında küçük yazılarla “Uluslararası İzmir Sanat Günleri” ve “By El Prado Art Studio Collections” “16. Uluslararası Etkinlik” yazıları okunuyor. Ve en ilginci, bu etkinliğe ev sahipliği yapan kurumun İzmir Büyük Şehir Belediyesi olduğunu öğreniyoruz, en alttaki alev renkli yazılardan. Egeart, Ege Üniversitesi’nin düzenlediği uluslararası sanat etkinliğinin onaylı başlığıdır bilindiği gibi. Üstelik ikincisi geçeli daha beş ay bile olmadan nasıl oluyor da yeniden (ve herkesten habersiz) düzenleniyor anlayamadık.
Katologta Sayın Aziz Koçaoğlu’nun bir sunuş yazısı var. Sanat ve sanatçı konusundaki ilginç düşüncelerini öğrenmekten mutlu olduğumu belirtmeliyim.

“Tüm insanlığın ortak dili olan sanat, İzmir içinde büyük önem taşımaktadır. İzmir, tarihi ve sanatsal güzellikleri ile sadece Türkiye'nin değil, Dünya'nın en önemli merkezlerinden biri durumundadır. İzmir Büyükşehir Belediyesi olarak , sanatın insana kazandırdığı bakış açısının, toplumların gelişiminde büyük rol oynadığını düşünüyoruz ve bu nedenle sanata ve sanatçıya çok değer veriyoruz. Bugünlere kadar binlerce sanatçıya ev sahipliği yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi, kendi bakış açısıyla dünyayı ve gizemli ruhlarını yansıtan tüm sanatçıları ağırlamaya devam edecektir. Bizlere yepyeni gizli kalmış dünyalarını tanıtan Rusya , Bulgaristan ,Kırgızistan, Azerbaycan, ve Türkiye modern sanat akademisi ressamlarını ağırlamaktan büyük onur duyduğumu belirtir, katılımda bulunan ülkelerin sanat kurumlarına ve Elprado Art Studio'suna katkılarından dolayı şükranlarımı sunarım.” ( Aziz Kocaoğlu İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı)

Katalogun arkasında “Modern Rus Resim Sanatı” başlıklı , Mr Sergei Buglac imzalı bir küçük tanıtım yazısı da var. Yukarıdaki sunuş yazısında açıklananlar; serginin panayır havasındaki düzeni, sanat yapıtı olanla hediyelik eşya olanın karışımından kaynaklanan düzey sorunu, seçilen sanatçıların ülkelerini temsildeki sıkıntı göz önüne alındığında, bu serginin, ucuz toplanmış çalışmaları Prado adıyla pazarlama girişimi olmaktan öteye gidemediği açıkça görülüyor. Bütün bunlara bir sözümüz yok. İş bilenin kılıç kuşananın. İsteyen istediğini seçer, istediğini satar bize ne. Ticarete karışmak ne haddimize. Ama konu sanat ve özellikle resim olduğunda izninizle düşüncelerimizi açıklamak görevimiz. Çok şey söylemek gerekse de, yazdıklarımızla yetinip, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kentte yapılan plastik sanatlarla ilgili etkinliklere ve sanatçılara göstermediği ilgiyi bu garip girişime vermesindeki nedeni anlamadığımı söylemeliyim.
Neyse, vardır bir bildikleri.



3- Kitap Fuarı

13.İzmir Kitap Fuarı Açıldı. İzmir sanat etkinlikleriyle daha bir soluklanıyor. İzmir dergilerini, galerilerini yaşatamıyor. Sonra bilmem kim gelip garip sergiler düzenliyor, hem de kentin olanaklarını kullanarak. El iyidir. Kitapta dergide durum daha farklı mı bilmem ama, kitap fuarı çok hareketliydi. Üçer beşerli sıralarla giriyordu insanlar içeriye. Okuyanla okumayan bir olur mu hiç. Okumaktan kastım, roman öykü, şiir, yani kitap. Okumayı yanlış anlayıp, tek satır okuma gereksinimi olmayanlarla, okumadan bilenlere ne demeli bilmem.
Abdükadir Günyaz rh + Sanarart dergisinde, İzmir’in bir türlü plastik sanatlarda hakkettiği yere gelemediğine değiniyor. Bu yer neresidir bilmem ama bildiğim bir şey var, İzmir kendisinde olana değer vermedikçe bu olmayacak. Sorun İzmir değil gerçekte. Sorun düşünme biçiminde. Zihniyette. Sorun okumayı yanlış anlayanlarda, sorun okumayanlarda, sorun okumadan, oturduğu koltukla bildiklerini sananlarda.
Kitap fuarları, şiir öykü günleri, İzmir’e çok yakışıyor. Ne olduğu belli olmayan işporta sergiler İzmir’ e yakışmıyor.

4- Tire Kaplan ‘ın Yeri


Tire’ye gittik, geçen hafta. Tire bir kısmı korunan tarihi dokusuyla güzel bir Ege kasabası. Tepede Kaplan’ın Yeri’ne çıktık. Ege kültürünün otlarla varsıl mutfağından değişik lezzetler taddık. Tire İstasyonundaki eski bir yapıyı galeriye dönüştürmüşler. Umarım nitelikli sergiler açılır.

5- Kula ve Misailidis

Evangelinos Misailidis, “Temaşa-i Dünya ve Cefakar-u Cefakeş”* adları size ne çağrıştırıyor bilmiyorum. Buraya Kırıkkale Üniversitesi’nde 9-10 aralık 2004 tarihlerinde yapılan “Bir metafor olarak ‘yol/yolculuk” konusunun tartışıldığı I. Ulusal sosyal bilimler sempozyumu’nda sunduğum, “Bir Metafor Olarak Yolculuk” başlıklı bildirimden bir parça alacağım.
Evangelinos Misailidis’in Yunan harfleriyle ama Karaman Türkçesi ile yazdığı ilk baskısı 1872 de yapılmış, “Seyreyle Dünyayı (Temaşa-i Dünya ve Cefakar-u Cefakeş)” adlı ilk Türkçe romana değinmek yararlı olacak. 19. Yüzyıl Anadolu’su ve özellikle İç Anadolu insan özellikleri mübadelenin ve göç olayının trajikliğini belirginleştirir kanısındayım. Bu kitabın yeni harflerle basıma hazırlanmasında çalışan Dr. Robert Anhegger’in “Giriş” yazından bir alıntı yapmak istiyorum: “İstanbul’da 1896’da Türkçe harflerle basılan bir kitapta şunları okuyoruz; Gerçek Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz./ Ne Türkçe okur yazar ne de Rumca söyleriz. / Öyle bir mahlut-u hatt-ı tarikatımız vardır. / Hurufumuz Yunanca, Türkçe meram eyleriz.” Türkçe’den başka dil bilmeyen bu Rumlar kim? Neden Türkçe konuşurlardı?

Kula eski evleriyle bir tarih hazinesi. Evlerindeki süslemeler, resimler mutlaka görülmeli ve korunmalı. Gökçeören Köyü’ndeki Eski Cami’nin resimleri de görülmeli. Kötü bir restorasyonla zarar görseler de görülmeye değer. Bu gezide beni en çok etkileyen, bir süre Kula’da da yaşadığını bildiğimiz Misailidis’in ayak izleriyle karşılaşmak oldu. Bir evin merdivenlerinde kullanılmış, Yunan harfleriyle Türkçe yazılmış mermer mezar taşındaki yazılar Misalidis’in halkının buradaki kanıtları. Aynı taşlardan Kula Parkında da var. Bunlar mutlaka özenle korunmalı. Dil bir kültürün en önemli oluşturucusu ve taşıyıcısıdır. Türkçeden başka dil bilmeyen bu insanların kültürü daha çok araştırılmalı. Anadolu’nun bir çok yerinde olduğu gibi Kula’da hazine avcılarının ve yeni Vandalların saldırısına uğramış. Kiliselerin dört duvarı kalmış. Evler zor ayakta duruyor. Bazı koruma çalışmalarına tanık olmak da güzel. Yeni bir Safranbolu yaratılabilir Kula’da. Tarih hepimizin tarihi, bu kültür yağmalanarak gelişmez.

Onarılmış bir Türkiye düşüyle.

6- Kule B
İzmir’de yeni bir sanat grubu oluştu. Grupların varlık gerekçeleri olduğu sürece yeni oluşumlar gerçekleşecek. Artık manifestolarla yeni oluşumlar başlatmak zor olsada, sanat yapma gerekçemizin düşünsel dayanaklarını yaratma zorunluluğumuz sürecek. Kavramsal sanat içinde değişik anlatım olanaklarını projelerle gerçekleştirmeye çalışan gruplar ya da bir kavram çerçevesinde yan yana gelen sanatçılar düşünüldüğünde, ortak etkinlik gerçekleştirmek isteğinden kaynaklanan, açıklanmasa da bir bakışın dile gelişi olarak sanat grupları hep olacak. Ortak müzik yapmak, bir sahneyi bir derginin sayfalarını paylaşmak gibi.
Buca merkezli yeni oluşum, usta çırak ya da öğretmen öğrenci birlikteliğinin geleneksel söylemine gönderme yapıyor. Topluluk oluşum gerekçelerini açılamasalar da, amacın bir tür dayanışma olduğu izlenimi veriyor. Bu dayanışmada düşünsel önderliği Turan Enginoğlu ve Mete Sezgin üstlenmiş görünüyor. Grubun çoğu Yüksek Lisansını bitirmiş bazıları Sanatta Yeterlik ve Doktora aşamasında, Duygu (Tayyuk Oruçoğlu, Tülin Oktav Doğruer, Serpil Yayman Ataseven, Jülide Ayöz Kırbıyık, Tamer Ersoy, Ahmet Akgün) genç sanatçılar. İçlerinde Zeynep Uygan en genci ve yüksek lisansta öğrenci.
Gelecekte neler yapacağını izlememiz gereken ilginç bir oluşum olduğunu düşünüyorum.

*
1. Evagelinos Misailidis, Seyreyle Dünyayı, Haz: Robert Anhegger- Vedat Günyol, Cem Yayınları, İstanbul 1986

29 Nisan 2008 Şirinyer

22 Mart 2008 Cumartesi

Değerler ve Gündem

Ege Life Nisan

Değerler Ve Gündem



Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com



1- Güzel günlere gitmeli ülkem ama öyle hızlı gündemi değişiyor ki endişeleniyorum. Gündemin hızla değiştiği ve yaşananların hızla unutulduğu bir ülkede yaşamak hem güzel hem de endişe verici. Bu apaçık gelişme sancıları yaşayan dinamik, ancak yolu yordamı olmayan bir durumu anlatıyor. Bir düşünün ekonomik tercihlerimiz liberal gözükse de yaşadıklarımızın liberalizmle ilgisini kurmak zor. Hangi liberal modeldeki ülkede ekonominin yarısı yer altındadır, hangi ülkede vergi vermemek, ülke topraklarını seçim bahanesiyle talan etmek serbesttir. Hangisinde siyasi parti başkanları kral padişah gibi değişmez. Hangisinde iktidara gelenler, demokrasiden birden çark edip karşı çıktıklarını korumaya çalışır. Hangisinde yapı kendisini tahrip edecek duruma seyirci kalır, sakince sorun kendinize.


2-Prof. Dr. İonna Kuçuradi 20 Mart’ta Buca Eğitim Fakültesi Konferans Salonunda “Felsefe Açısından Atatürk Devrimleri ve Laiklik.” Başlıklı bir konuşma yaptı. Çalışmalarında “değer” kavramını irdeleyen, “İnsan ve Değerleri” “Sanata Felsefeye Bakmak” ve “Etik” gibi kitapları olan Kuçuradi’nin konuşması, günümüz tartışmalarına çözüm oluşturacak, gerilimi azaltacak öneriler içeriyordu. 1924 Tevhidi Tedrisat kanununun hazırlanma sürecini değer kavramını ile ele aldı İonna Kuçuradi. Çok önemli bir saptamada bulundu; Atatürk’ün “değer”in yapısını iyi kavradığını, değişik toplum birimlerince birbirlerine karşıt nitelikteki değerlerin yerine üçüncü bir değer önermek gerektiği konusundaki yargısıyla toplumsal çatışmalara neden olan sorunlara akılcı çözümler getirdiğini ileri sürdü. Bu o denli önemli bir önerme ki, bir çok sorunun çözülmesinde bize düşünsel bir olanak sağlıyor. Düşünün bir toplum içinde bir kesim bir değeri öne çıkarmaya çalışıyor, ama bu değer bir başka kesimin önemsediği bir başka değerle çatışıyor. Eğer çözüm bulunmazsa toplum önemli bir gerginlik yaşayacak. Burada yapılması gereken bu çatışan değeri yok sayıp yerine birleştirici yeni bir değer önermek olmalı. Tevhidi Tedrisat yani Eğitimde Birlik yasası işte bu düşünceyle gündeme geldi. Geleneksel eğitimle çağdaş eğitim taleplerini çatışmaya meydan vermeden çözen yaklaşım diğer alanlar için de değerlendirilmeli.
Toplumu germek, çatışma noktalarını çoğaltmak yerine, insanı temel alan, onun gelişimini sağlayacak ortak değerler bulmaya çalışmak gerektiği kanısındayız. Sizin düşünceniz inancınız yaşama biçiminiz bir başkasına dayatılacak bir değer olarak önerilemez. Önce değer olarak ileri sürdüğünüz şeyin toplum açısından değeri nedir yoksa sadece sizin için mi değerdir konusunu çok çok düşünmelisiniz. Hayata kaba biçimler vermek yerine kavramların ne olduğu konusuna kafa yormak, yaşanılacak güzel bir ülke, güzel bir dünya yaratmak için zorunludur kanısındayım. İonna Kuçaradi’nin konuşması önemliydi.

3- Her şeyi bilme ve tribüne oynama hastalığından kurtulamayanlara ne olanak verseniz boşuna. Kendilerince içten olsalar da, ortaya çıkan sonuç çevreyi yaralıyorsa, oturup düşünmeliler. Vurgulamakta yarar var. Herkes demokrat, laik, yurtsever. Herkes iyi. Ama neden sonuçlar bizi sevindirmiyor? Neden eline olanaklar geçenler, birden her şeyi bilme hastalığına yakalanıyorlar? Bu kentte futbolcular, basketçiler, şarkıcılar kadar ressamlar heykeltıraşlar, seramikçiler sinemacılar tiyatrocular da yaşıyor. Eğer biz de kendimizi anlatamıyorsak, eğer bizim de sesimiz oralara gelmiyorsa vah vatandaşın haline. Ne kadar yırtınsa boş. Sanatçıyı yorgun dünyalarının eğlencesi sananların, eğlence dünyası ile sanat dünyasını karıştırdıklarını düşünüyoruz. Sanat düşünce üretmektir her şeyden önce, yorgun dinlendirmekten daha önemli işler yapar. ( Anlayana. )


4- Sanatçılar toplumun vicdanını oluştururlar. Sanatçılar endişeliyse, sanatçılar boş verdiyse, sanatçıların ilgilerinde kaymalar varsa, iyi bilin orada önemli bir şeyler oluyordur. Şairler neyin şiirini yazıyorlar, iyi okuyun. Ressamlar neyin peşinde. Yazarlar ne yazıyor, ne söylüyor . Bu günlerde hangi müzik dikkati çekiyor. Sanatçı sezgisi bu denli önemli midir? Örneğin Orhan Veli “Dalgacı Mahmut” şiirinde anlatır şairi. “İşim gücüm budur benim, Gökyüzünü boyarım her sabah, Hepiniz uykudayken. Uyanır bakarsınız ki mavi. / Deniz yırtılır kimi zaman, Bilmezsiniz kim diker; Ben dikerim./ Dalga geçerim kimi zaman da, O da benim vazifem; Bir baş düşünürüm başımda, Bir mide düşünürüm midemde, Bir ayak düşünürüm ayağımda, Ne halt edeceğimi bilemem.” Sanatçının görevi diğer insanların ilgilerine girmeyen alanlarda onların yerine onlar için düşünmek ve üretmektir. Duymuşsunuzdur, “Tiyatro; ‘insanı insana, insanca anlatan’ sahne sanatıdır.” Bu tanım kimin bilmiyorum. Tiyatro diğer sanatlardan nesnesinin insan olmasıyla ayrılır. Şimdi Performans , Fluxus, Hepining gibi sanat etkinlikleri düşünüldüğünde insanın nesne olarak kendisini seçtiği sanat alanları genişliyor denebilir mi acaba? İnsan kendi sınırlarını her alanda genişletmeye çalışıyor. Yaşadıklarını da bir yolunu bulup anlatmak derdinde. Bu hiç değişmedi. Sanat insancıl değerlerin peşindedir. Evrensellik budur sanatta. İnsan her yerde insandır çünkü. Kültürel farklılarıyla, derilerinin renkleriyle, insanı varsıllaştırırlar. Bu nedenle bir başka kültürde üretilmiş ürünler çağ ve coğrafya farkına karşın bizi etkiler. İnsan olarak birbirimizi anlamamızı kolaylaştırırlar. Sanatçıların desteklemediği yönetimler kendilerini sorgulamalı. Buna karşın yönetimde kalacaklarsa farkında olmadan otoriter bir yönetime doğru koşarak gidiyorlar demektir.

13 Şubat 2008 Çarşamba

düş işte

Bedri KARAYAĞMURLAR

açık bir gecede
uçuk şarkılar dilimizde
düş işte
ne sen varsın ne gece

uzaklara gidiyorsun
yeşiller kanatıyorsun
doğa yazıyorsun ellerine
bir de yalnızlık
yanında değilim ya
amazonlaşıyorsun
ben de atlar çiziyorum
mavilere boyuyorum hepsini
akşamüstü mavilerine
hüzün mavilerine
hepsini sana veriyorum
mavi bir kısrağa dönüşüyorsun
denizler geçiyorum seninle
uzak gecelere giriyoruz
sokuluyorsun sıcak ve uysal
soyunup amazonluğundan
terim akıyorsun
hızlı ve uzun koşulardan yorgun
düş işte
ne at var ne deniz

özlemini kırbaçlıyorum
terkimde türküsün
ışık akıyorsun
usulca gözlerine dokunuyorum
sabah oluyor
düş işte
masmavi geliveriyorsun

3 Şubat 2008 Pazar

Başlıksız.

Değinmeler Şubat 2008

Bedri KARAYAĞMURLAR
http://bedrikarayagmurlar.blogspot.com



1- Uzun zamandır görüşemedik. Yazmak bir tür alışkanlık. Konuşmak gibi. Sizlerle konuşmak güzel, geri dönüşleri olmasa bile; yalnızken konuşmak gibi, kimsenin dinlemediği kalabalıklarda söylenmek gibi olsa da güzel. Üstelik kuru gürültü değil yazmak, sorumluluğunu üstlendiniz sözlerdir hepsi. Ben söylemedim diyemezsiniz. Bu nedenle yazmak bir sorumluluktur. Yazan okuyan bir toplum, rüzgara karışmış sözlerle yönetilmekten kurtulur. Hakkettiği gibi yaşamaya başlar. İşte bu nedenle önemsiyorum yazmayı.

2- Yazamadığım dönemde yaşadığım yoğunluk nedeniyle galiba biraz fazla yoruldum. Amaçlı işleriniz sizi yorsa da gönlünüz rahattır, onların yorgunluğu çabucak geçer. Hiç aklınıza gelmeyen işlerle yorarlarsa sizi, bir türlü geçmez yorgunluğunuz. Herkesin işi kendine önemlidir. Bunda kuşku yok. Eğer yaptıklarınızın ilgili olduğu alandaki durumdan haberiniz yoksa, sizden iyi yapan yoktur. Bu nedenle de kendinizi kaf dağında görebilirsiniz. Bu yanılgıyı ayırt edemediğiniz için de, sürekli haksızlığa uğradığınızı düşünürsünüz ya da hakkettiğinizi sandığınızı alabilmek için garip ilişkilerden medet umarsınız. Ve sonuçta sap saman karışır. İlginç bir ülkedir memleketim. Değerler bir kez karıştı mı işlerin içinden çıkılmaz olur. Neyin sanat, neyin bilim, neyin politika, neyin ahlak olduğu anlaşılmaz olur. Bunlardan size yansıyanlarla yorulursunuz. Hep birlikte anlamsız biçimde yoruyoruz kendimizi.

3- İzmir’in önemli sanatçılarından Şeref Bigalı’nın son sergisi Selçuk Yaşar Sanat Galerisi’ndeydi. Şeref Bigalı kendine özel davranış, yaşayış biçimi olan ilginç sanatçılardandı. Onun ömrünün son yıllarını geçirdiği, çalıştığı atölyesi Akdeniz Tekstil’in Basmane’deki binalarının gara bakan alt katında. Orada bir grup sanatçı ve sanat severle bir gönül birliği kurmuş. Ölümünden sonra grup dağılmamış, aynı mekanda, Bigalı’nın çalışmalarının portrelerinin arasında sessizce çalışıyorlar. Bu birliğin sürmesinde iki kişinin payı çok büyük . Nükhet Anadol Tatari ve Nursel Alyanak. Alçakgönüllü bir birliktelik içinde dostlarıyla, Bigalı’nın dünyasında buluşmayı sürdürüyorlar. Bütün yorgunluklarım içinde onlarla paylaştığım saatlerin beni dinlendirdiğini söyleyebilirim. O atölye ışığıyla havasıyla rahatlatıyor beni. Kentler sanatçılarıyla ve bellekleriyle kent olurlar. Yerel yönetimlere önerim, sınırları içinde yaşayan sanatçıların unutulmaması için, onların yaşadıkları mekanların önüne birer plaket çaksınlar. Şimdi bu atölyenin önünde “Şeref Bigalı Resim Atölyesi” yazıyor. Bu tabelanın yanına ya da onun yerine “Şeref Bigalı burada çalıştı.” Yazan bir plaket çakılmalı.

4- İzmir Expo 2015’hazırlanıyor. İlgililer expo için ellerinden geleni yapıyor. Ülke ülke geziyorlar. Toplantılar, sunular filmler hazırlanıyor. Bu istekli tutum hepimizi umutlandırıyor. Anlamak istediğim ve anlayamadığım bir şey var bu konuda. İzmir son iki yıl içinde çok sayıda uluslararası kültür sanat etkinliklerine ev sahipliği yaptı. Merakımı bağışlasınlar. Futbolcuları basketçileri destekleyen, bazı şarkıcılara konserler verdiren , gösteriler düzenlemeye çalışan; bütün bunlar için yayınlar yapan, para harcayan Büyükşehir yöneticileri kültür sanat olayları için neden fiilen hiçbir destek vermez? Eğer Expo 2015 için tanıtım toplantılarına giden yöneticiler, gerçekleşen etkinliklerin kataloglarını basıp, filmlerini resimlerini tanıtımlarda kullanmış olsaydılar, daha ucuza, nitelikli tanıtım yapmış olmazlar mıydı?. Bunu bize söylemeseler de kendi içlerinde tartışıp, yanıtlamalılar. Bizden söylemesi. Onlar tartışmazsa, bilmeliler ki, biz sanatçılar bu durumu kendi aramızda tartışmaya devam edeceğiz.

5- Yazılanların okunmadığını düşünüyorum. “Değinmeler”i iki yıl boyunca sürdürdüm. Bir çok konuya değindik. Özellikle yerel yönetimler ve sanat konusunda çok sayıda yazı ürettik. Neden hiç geri dönen olmadı, bilmiyorum. Eskiden kurumların basın büroları olurdu; şimdi halkla ilişkiler büroları var. Bu bürolarda çalışanlar, kurumlarıyla ilgili değerlendirmeleri yöneticilere hiç aktarmazlar mı, merak ediyorum. Baudrillard’ın saptadığı, gerçekliğini yitirmiş dünyada, yöneticilerin yalnızca basında, onları öven yazıları derlemeleri, yönetimlerini değerlendirme olanağını ellerinden alıyor galiba. Rahat olsunlar onlar adına biz değerlendiriyoruz.

27 Ocak 2008 Buca

İstanbul Dışında Sanat ve Expo 2015

Egelife Şubat 2008

“Birikimi Önemsemek ya da Ayrıntı Olarak Görünmek”
İstanbul Dışında Sanat ve Expo 2015

Bedri KARAYAĞMURLAR
www.bedrikarayagmurlar.com


2. Egeart Sanat Günleri bitti. Mümtaz Sağlam, Halil Yoleri, Bingül Başarır, Sabit Baytan, Faden Kuddusioğlu ile çıktığımız yolda sanatçılar olarak üzerimize düşeni yapmaya çalıştık. Sanatsal çerçeveyi çizmek, etkinliğin niteliğini korumak için çaba harcadık. Etkinlik içindeki panel ve sunumlarda üzerimize düşeni yapmaya çalıştık.
Başlıktaki konuyu, Eleştirmen Kaya Özsezg’in yönettiği, benimle birlikte Ramazan Bayrakoğlu, Reşat Başar, Zeynep Yasa Yaman’ın katıldığı bir panelde değerlendirdik. Panel süresi tartışmaya yetmedi. Aşağıdaki metinden yola çıkarak anlatmaya çalışacağımız düşüncelerimiz bizde kaldı. Bu düşüncelerimi değerlendirmeye açmak istiyorum.
Expo 2015’e aday İzmir’in, kültür sanat konusunda değerlendireceği daha çok konu var.
1- Neden İstanbul?
Yahya Kemal’e sormuşlar, “Ankara’nın nesini seversiniz?” diye; o da, “İstanbul’a dönüşlerini.” demiş.
İstanbul bütün olumsuzluklarına karşın, üzerinde yaşadığı coğrafya ve kültürden kaynaklanan ilgi odağı olmayı bugün de sürdürüyor. Taşı toprağı altın sözü gerçekleştirildi (mi acaba). Rant öylesine yüksek ki, herkesin gözü üzerinde. Her yapılan ranta dönüşüyor. İş merkezleri, sermaye merkezleri, kültür merkezleri orada. Orada olmayanlar da bir yolunu bulup gitmeye veya yaklaşmaya çalışıyorlar. Bu sanat ve sanatçı için de böyle. Bir süredir İstanbul dünya sanatının önemli merkezleri arasında ilgi görmeye başladı.
Tartışılabilecek o denli çok yanı var ki İstanbul’un, hem iyi hem de kötü. Kışkırtıcı, güzel ve çekici. Bir o kadar da tehlikeli.
2- İstanbul’da Sanat.
İstanbul’da sanat nasıldır? İstanbul sanatı diye özel bir sanat türü var mı acaba? İstanbul’da yaşayanlar, İzmir’de, Ankara ‘da, Adana’da, Antalya’da yaşayanlardan daha değişik bir kaynaktan beslenen ve bunu üstün yetenekleriyle özel bir yapıya kavuşturan insanlar mı? Eğer böyle düşünürseniz İstanbul’da olmaktan başka şansınız yoktur. Çünkü İstanbul Türkiye de en çok sanat etkinliğinin yapıldığı, en çok sanatçının yaşadığı, en çok yayın organının, en çok izleyicinin, en çok alıcının bulunduğu dünyanın sayılı metropollerinden biridir. Bu nedenle İstanbul’da sanatla ilgili bir yığılma olduğunu görmek ve söylemek doğaldır. Bu büyük yığının, bu büyük kütlenin içinde amaca isteğe uygun olanların bulunması doğal sayılmalı. Nicel büyüklüğün, nitel birikimi barındırma olasılığı daha çok olabilir. Örneğin iki kilo fındığın içindeki iyi fındık sayısı, bir kilo fındıktaki iyi fındıktan daha çoktur. Bu önermeyi olumsuzluk biçimde de söyleyebiliriz. İki kilo fındıktaki bozuk fındık sayısı her koşulda bir kilodakinden daha fazladır. Bu sembolik çözümleme girişimini derinleştirmeliyiz. Sanat, özel yapısı yanında toplumla bağı nedeniyle özel bir yapılanma da gösterir. Böyle olduğunda İstanbul’daki yoğunluk içinde gerçekleşenler elbet önemlidir. Ancak, İstanbul’daki kötü yığılmanın bir çok alanı deforme ettiği de apaçık ortadadır. İstanbul’da trafik kötüdür. İstanbul’ da inşaat kalitesi toplamda iyi değildir. İstanbul bir çok olumsuzluğu barındırır. İstanbul, Türkiye’nin sanatsal rahatsızlıklarının da kaynağıdır bu anlamda. Sanat olarak sunulmaya çalışılan şeylerin, basın, galerici ve alıcı nitelikleri nedeniyle, ne ölçüde sanat oldukları İzmir’e göre daha endişe vericidir. Basın yayın olanakları nedeniyle, kolayca her yere adı sanı ulaşan bir çok kişinin yaptıklarının, hediyelik eşya sınırlarını aşmakta zorlandığını da söylemek mümkün. Bu konuda birikimli olanlar dışında kalan, sanat beğenisi oluşmamış izleyici ve alıcıları yönlendirmek oldukça kolaydır. Galerilerin duvarlarını, depolarını tıka basa dolduran ışıltılı boya gösterisine dönüşmüş, dekoratif, beğenide 19. Yüzyılı geçemeyen çalışmaların, sanat yapıtının ne olduğu konusundaki tartışmalarda örnek olarak seçilme olasılıkları nedir acaba? Eğer bütün bu yığının içinde alınıp satılanların, izlenenlerin çoğunun sanat sözüyle açıklamaya çalıştığımız kavrama yerleşmeleri mümkün değilse nereye yerleşmeleri gerekir? Sanatsal bir tat içerenlerin çoğunun hobi sanat ya da ticaret nesnesi sanat(hediyelik eşya) olarak nitelenmesi durumunda, bu konudaki yoğunluğun da tartışılmayacak biçimde İstanbul’da olduğunu ileri sürebiliriz.
3- İstanbul Dışında Sanat Mümkün mü?
İstanbul dışındaki oluşumlarda durum, İstanbul’dan değişik değil. Sadece yoğunlukları değişik. Ancak İstanbul’la kıyaslandığında kirlenme şansı düşük olan yerlerdeki sanatçı öznenin yaratılarının, sanatsal düzeyinin olumluyu temsil ettiğini düşünüyorum. Sanat yapıtlarının giderek hediyelik eşyaya dönüşmesi, sanatçılığın belirli merkezlerce onaylanmış kimlikler olarak anlaşılması, oldukça önemli bir tehlikeyi barındırıyor. Örneğin İzmir’deki sanatçının satma şansı düşüktür. Çoğunun bir galeri tarafından satma kaygısıyla yönlendirilmesi söz konusu değildir. Bu nedenle kendileriyle ilgili olanın peşindedirler.
4- Ayrıntı Olmak ya da Birikime Dayanmak.
Bu alt başlık bize oldukça ilginç geldi. Sanatın nerede yapıldığı, nerede yaşadığı ya da barındığı ile ilgili bir anıştırma cümlesi olduğunu düşünebiliriz. “Ya da” bağlacıyla açıklanmaya çalışılan bir tercih mi, bir durum mu? İstanbul dışında sanatın, ikisinden biri olmakla ilgili bir durumumu var acaba? Ya da şöyle mi anlamalıyız: “Birikimi önemseyenler İstanbul dışında olanı bir ayrıntı olarak algılanırlar.” Bu biraz ileri gitmiş bir cümle oldu galiba. Şöyle mi anlamalıyız? “Birikimi önemsiyorsanız İstanbul’da olmak zorundasınız, değilseniz bir ayrıntı olursunuz.” Neyin ayrıntısı? İstanbul ‘da olan sanatın mı? İstanbul dışında gümbür gümbür gelen, görkemli bir birikim var. Bu birikim, ticaret kaygılarının dışında ele alınabilse keşke.
Sanatın tarihsel uzamsal karakteri hep göz önünde bulundurulmalı. İstanbul dışında sanatçı yokmuş gibi davranan ya da koca İzmir’de kendi tanıdıklarının dışında sanatçı olmadığını düşünenlere şunu söylemek istiyorum. Burada lav püskürten bir yanardağ var , hiçbir gazetede patladığı yazılmıyor diye sizce patlamamış mı sayılmalı? Ben, sanat çevrelerinin İstanbul dışına daha çok bakmalarını öneririm.
5- Expo 2015 ve İzmir’de Sanat
Expo 2015 ile ilgili daha çok şey yapılacak ve konuşulacak. Bugüne dek İzmir’de yapılan sanatsal etkinlikleri Expo 2015 kapsamında değerlendiremeyen ilgililer şimdi kendi yönlendirdikleri etkinlikler düzenlemeye çalışacaklar. Oysa daha dün üst üste gerçekleşen 1. ve 2. İzmir Bienalleri (Buca Eğitim Fakültesi Görsel Sanatlar Buluşması); İzmirPort, 1. ve 2. Egeart ve Uluslararası Seramik Sempozyumu gibi uluslararası etkinlikleri görmezden gelen ilgililer, Expo 2015’in İzmir’e kazandırılması çalışmalarında bu etkinlikleri destekleyip portföylerine ekleseydiler elleri daha sağlam olurdu kuşkusuz. Ve Milano önünde kültür sanat etkinliklerinin yoğunluğunu vurgulayarak önemli kazanımlar sağlayabilirlerdi.
Ekonominin sanatın yatırımların tek merkezde toplandığı bir ülke bir riski de göze alıyor demektir. İzmir’de son yıllarda yapılanlar Expo 2015 hedefi de dikkate alınarak değerlendirilmeli ve İzmir çekim alanına dönüşmeli.