5 Şubat 2014 Çarşamba

Geleceği Kavramak


                   



                                                                                  


Giderek belirsizleşen geleceğe doğru savrularak ilerliyoruz. Ekonomik programların yatırım dışı, ranta ve borca dayalı büyümeyi öncelemesi nedeniyle,  işsizliğin,  enflasyonun, devalüasyonun önlenemeyeceği, sürdürülebilir modeller yaratılamayacağı apaçık ortaya çıktı. Eğitim ortalaması 3.5 yıl,  belleği 20 gün olan bir toplumda, etkili beklentilerin oluşmaması nedeniyle,  kısa vadede dönüşümün gerçekleşme olasılığı da pek mümkün gözükmüyor.  Değerleri; birçok etkenin yanında, askeri darbelerle giderek aşınan ve özdensizliğin yaygınlaştığı bir toplumda,  “araba devrilirse devrilsin yeter ki bana bir şey olmasın” diyen insanların aymazlığı da derinleşiyor.

Değerleri kendisi ile sınırlı olanların, toplum içinde bir değeri anlamaları ve korumaları da imkansızlaşır. Ahlak denilen şey, sadece çaresiz kadınların yaşadıkları ile sınırlı olduğu sürece  yeteri kadar anlaşılamaz.  Eğitimli, kültürlü gözükenlerin özdensizliği, ilk mahkum edilmesi  gereken davranışlardır.  Apaçık yüzlerine vurup, bu safralardan kurtulmak gerekir. Toplum içindeki yerlerinin sağlamlığı yanılgısı ile davrananların, kim olurlarsa olsunlar;  sanatçı, politikacı, sanayici, akademisyen  hiç farketmez, toplumsal çürümenin sorumluları olduklarını  kabul etmeleri gerekiyor.

Nerede nasıl davranacağını,  ne konuşacağını bilmeyen birinin kim olduğu önem taşımaz artık.  Safraları atarak,  değer örüntüsü içinde insan ilişkilerini yeniden örmek kaçınılmaz bir sorumluluk gibi  gözüküyor.  Ziya  Paşa’nın  "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” (Kişinin aynası eylemidir, sözüne bakılmaz/Kişin akılı eserinde görünür) sözünü hiç unutmadan bakın  çevrenize; mangalda kül bırakmayan, ahkam kesen ama kadına yönelik şiddeti içselleştirmiş, kendi hakkından başka hiçbir hakkı, hukuku tanımayanların, insanlığını, kimliğini çekinmeden sorgulayın. Bu yüzsüzler,  hak etmeden bütün ekonomik değerleri götürürler.  Bunlar,  hiç yetenekleri olmadan her şeyin kendi hakları  olduğunu düşünürler. Bunlar  karşınıza değişik kılıklarda çıkarlar; zaman zaman liboş, zaman zaman entel, zaman zaman politikacı ya da iş adamı görüntüsünde olabilirler.  Çok  dikkat edin, süpürün gitsinler. 

Kokuşma sürdüğü sürece,  ne bilim, ne sanat kendi değerleri ile sürdürülemez. İnanç ve diğer kutsallar yeteri kadar yaşanamaz ve anlaşılamaz. İnsanların içten duygularını kendi çıkarları için kullananları nasıl engelleyebilirsiniz bu koşullarda? Bilim adına söylenenler kutsal yargılar gibi  dayatılır. Sanat olarak sunulanlar, cilalanmış duyarsızlıklar olabilir. Ranttan başka değeri olmayanların hangi politik görüşte olduklarının hiç bir önemi yoktur. Kültürlü eğitimli birinin kadını aşağılamasının, eğitimsiz birinin  kadına uyguladığı şiddetten hiçbir farkı yoktur gerçekte. Bunları çoğaltabilirsiniz.

Toplumsal değişim ve dönüşüm sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanın insana saygı duyduğu, evlerde pencerelerin demirsiz olduğu günler çoktan yok oldu. Daha neler yok oldu bir düşünün.   Doğamız, insanlığımız, tarihimiz  her şey aşındıkça aşındı. Bu usul dönüşüm “24 Ocak kararları” ile hızlandı. Şimdi sözde liberal, sözde serbest piyasa ekonomisine, sayısız  üniversiteye sahip, gelişmekte olan(!) bir ülkeyiz.  Demokrasi, insan hakları  ve daha  bilmem ne kadar alan açısından durumumuz yürekler acısı. Bu dünyada  yaşayıp, olup bitenleri görmezden gelerek ayakta kalmak imkansız. Küreselleşen dünyada, ister kabul edin ister etmeyin işler böyle yürüyor. İstediğiniz  gibi  pembe tablolar çizebilirsiniz, ancak,  gerçek yerinizi  görmek için, değişik alanlardaki  durumumuza  bakmamızda yarar var. Boy aynasında kendinden başka kimseyi görmeyen zavallı  narsistin,  kalabalıkların içindeki komik halini getirin gözünüzün önüne.  Şimdi bakın, sanayi üretimde neredesiniz? Okuryazarlıkta neredesiniz? Eğitim alanlarındaki yeriniz neresi? Bilimsel araştırmada yeriniz neresi?  Kaç patent üretebiliyorsunuz? Sanatçılarınızın kaç müzede çalışması var? Olimpiyatlarda kaç madalya alıyorsunuz?  Kişi başına düşen milli geliriniz ne kadar? Gelir dağılımınız ne kadar adil? Vergi adaletiniz  ne halde?  Daha sayalım mı?  Bütün bunlara bakıp kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Toplumsal ve bireysel değerlerimizi çerez yaparak yaşamak ne kadar mümkün?

Herkes kendine bakmalı; eğitimli, kültürlü olduğunu düşünenlerin, elde ettiği geliri yalnızca kendi hakkı olarak görenlerin, sorumluluklarını hatırlaması gerekmiyor mu? Geçim derdindeki milyonlarca insanı, hem vatandaş olarak görüp,  hem de onların inançlarından, yoksulluklarından, eğitimsizliklerinden rant çıkarmak ne zaman biter acaba?

Unutmamalıyız: Herkes herkesten ve her şeyden sorumlu.


                                                                                     Bakırköy Şubat 2014