22 Şubat 2022 Salı
28 Aralık 2020 Pazartesi
"Albert Camus'de Saçma ve Yusuf Atılgan'ın "Anayurt Oteli"
Bedri
KARAYAÐMURLAR,"Albert Camus'de Saçma ve Yusuf
Atılgan'ın "Anayurt Oteli"", Ünlem Sanat, Dergisi, C.1 Sayı:8,
Sayfa :44-47, 2004, Araştırma Makale,Hakemsiz Dergi, Doçentlik sonrası
__________________________________________________________
ALBERT CAMUS’DE SAÇMA VE YUSUF ATILGAN’IN "ANAYURT OTELİ”
Yusuf Atılgan yazınımızın önemli adlarından
biridir. Sanat ve felsefe yapmak, biçem yaratmaktır gerçekte. Bizim sanatsal
etkinliklerimizde gözden kaçan hep budur. Neyin anlatıldığı, nasıl
anlatıldığından daha önemlidir çoğu kişi için. Bu yanlış bakış ya da anlayış,
gerçekte beğeni düzeyiyle ilgilidir.
Yusuf Atılgan bu nedenlerle olsa gerek, okuyucuların çok ilgisini çekmez.
Anayurt Oteli’ni herkes filminden tanıyor. Çünkü bir yazınsal biçemin görsel
aktarımını, bir olay ilişkisi içinde izlemek daha kolaydır. Orhan Kemal için
bile bir kitapçı “eskidi o” anlamında bir şeyler söylüyorsa, yazınımız
açısından durum düşündürürcüdür. Çok satanlar listesinde yer almanın sanatsal
düzeyle, biçemle ilgisi yoktur. İyi yapıtların az izlenmesi bundandır, ama geleceğe kalacak olanlar da Yusuf Atılgan
gibi Orhan Kemal gibi kendi biçemini yaratanlardır. Felsefesiz sanat olmaz ve
sanatla felsefe yapılmaz. Felsefe, sanatçının dünya görüşü olarak siner yapıta.
Yusuf Atılgan romancı olarak bunun iyi örneklerinden birisidir kuşkusuz. Biz de
Anayurt Oteli’ne böyle yaklaşmaya
çalışacağız.
Anayurt Oteli, Yusuf Atılgan'ın Aylak
Adam'dan sonra ikinci romanı. Yusuf Atılgan, iki romanıyla iki portre çizer.
İki kahraman arasında benzerlikler vardır. Ancak Aylak Adam'daki C ile Anayurt
Oteli'ndeki Zebercet benzer sorunları yaşasalar da, yapıları farklıdır. Buna
bağlı olarak seçilen mekanlar da değişiktir. Aylak Adam'da konu İstanbul'da
geçer. Anayurt Oteli, bir kasabada, o kasabanın bir otelinde geçer. iki yapıtın
da baş kişisi toplumdan kopmuş yalnız kişiler; ikisi de bir tek kadınla
iletişim kurabilmede görüyor sorununun çözümünü ve ikisinin de çabası
başarısızlıkla sonuçlanıyor."(l) Bu "Nevrastenik" tiplerin
çiziminde benzerlikler olmakla birlikte, Anayurt Oteli'nde romanın yapısının
tipleme de verilmek istenene bağlı olarak, alışılmışın dışına çıktığı görülür.
"Anayurt Oteli'nde (...) iletişimsizlik, yaşamın anlamsızlığı olayların
rasyonel bir biçimde açıklanamayacağı, davranışların nedenlerinin
bilinemeyeceği tezi romanın biçiminde de gösterir kendini. Başka bir deyişle,
yaşamın anlamsızlığı romanın biçimine de yansır. Bu da bilindiği gibi, saçma
(absurd) tiyatro ve romanının bir özelliği."(2)
Berna Moran'nın "yazarca" bulduğu, türünün
tek örneği olmasa da"...okura üreticiliğin zevkini tatma imkanını en çok
sağlayanı olabilir." diye nitelediği Anayurt Oteli'ne Saçma kavramı
açısından yaklaşmayı denemek zevkli olacak mı bakalım.
Varoluşculuk (existentialisme) felsefesi
içinde Albert Camus ile gelen saçma, onda yaşamı kavrayışın göstergelerinden
biridir. Bir anlamda Camus'nun varlık kavrayışına da sinmiştir. Oysa aynı
kavram, J.P. Sartre'da "Varlığın evrensel olanağıdır, ama varlığın temeli
değildir; saçma varlığın görülen,
ispatlanmayan ilk niteliğidir."(3)
İkinci dünya savaşı yıllarında, özellikle Fransa'da oldukça çok taraftar
bulan Varoluşçuluk, bir felsefe olarak kaynağını Sokrates'e dek uzanan zengin
bir kalıttan alır. Varlık ve Varoluş kavramlarının tartışıldığı felsefe
ortamında, olasılıkla, 20.yy’in bireyi gittikçe yalnızlaştıran koşulları,
Varolusçuluk'u hazırlamıştır.
Bu bir anlamda, gerçekleri kavrayan aklın, gerçeklikle çatışmasıdır. Kendi
varlık nedenini aramasıdır. İnsan kendini nasıl var eder? Asıl soru budur.
Çünkü, işbölümlü toplumlarda, yönlendirilmiş, işlev yüklenmiş birey yerine
artık bütün bağlarından kurtulmuş bir birey söz konusudur. Bu birey kendi
varlık nedenini aramak zorundadır. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı'nın sıkıntılı
Fransa’sında, insanların neyin arkasına düşecekleri önemli bir sorudur kuşkusuz.
İnsan için iki seçenek kalır belki,
başkaldırmak ya da yazgıya boyun eğmek. Buna yazgı denirse?
Varoluşçu felsefenin temel
sorunsallarından, "fazla'lık, 'bulantı', 'saçma', kişiyi özgürlüğünün
bilincine götürür." (4) Anayurt Oteli'nin, çevresine yabancılaşmış,
iletişimsiz, itilip kakılan Zebercet'i bile duyumsar bu özgürlüğü. "Sağdı
daha, her şey elindeydi. İpi boynundan çıkarabilir, bir süre daha bekleyebilir,
kaçabilir, karakola gidebilir, konağı yakabilirdi. Dayanılacak gibi değildi bu
özgürlük."(5)
Bir anlamda dünyaya fırlatılmış olan insanın, içinde
yaşamak zorunda olduğu koşulların; kendi istediği dışında yüklenen yaşamının
ağırlığı altında gösterdiği uyumsuzluk ve bunun sonunda kaçınılmaz olan cezanın
varlığıdır saçma olan. Korinthus kralı Sisyphos'da karşımıza çıkan budur.
Kendimizin dışında ve kaçınılmaz olanın yerini tutan, Tanrılar ve onların
koyduğu kurallara kurnazlıkla karşı koymak; insan aklının, kendi varlığını
kanıtlama isteğidir, ama sonuç; sonsuza dek sürecek bir cezadır. Saçma olan budur.
Yusuf Atılgan'ın romanlarında saçmayı işlediğini
kolayca söyleyemeyiz belki. Albert Camus'nün bilerek işlediği bir kavram,
Yusuf Atılgan'da, ele alınan tiplerde kendiliğinden çıkar ortaya. Çünkü saçma,
bütün insanlar için geçerlidir. Şu ya da bu ölçüde hepimiz yaşarız saçmayı.
Saçmayı görmek, görmemek, Varoluşçu olmak ya da olmamak da önemli değildir. Bu
insana ilişkin bir saptamadır. "Camus'nün tanımladığı ve her yerde
rastlanan çağdaş insan tipi olarak
bize sunduğu- kişi, içgüdüsel olarak mutlu olmak ister, hayatının sınırsız
olarak sürmesini özler, başka insan varlıklarıyla ve doğal dünya ile ilişki
kurmaya çalışır, ama bu isteklerinin varlığın niteliği yüzünden boşa çıktığını
görür. (.....) Bu yüzden sonun amacı, bireyin, bilinçli ya da bilinçsiz olarak,
kuruntu, hayal kırıklığı, yabancılık duygusu ve ölüm korkusu geçirdiği zaman ne
yapması gerektiğini araştırmaktır. (...) Saçma hem dolaysız dünya bilgisini
olanaksız kılar, hem de
bireyi akılüstü bilgiden ayırır."(6)
Camus'de bir olanaksızlıktır saptanan. Bu bir yadsınamaz çatışmadır ve
insan yenik düşecektir. Ne olacağı nasıl olacağı belli olmayan bir yaşamı
sürüklemek saçmadır. Bir takım tutamaklar bulsak bile. yaşamımızı anlamlı
kılmak için yaptıklarımız bize neyi kazandırır? Ölüm, insanın kaçınılmaz sonu
olmanın yanında kurtuluşudur da. Bu bunalımcı yaklaşımla her şeyi yadsımak da
olasıdır. Ancak önemli olan insanın, bilinçsiz doğa içinde bilinçli olmasındaki saçmayı kavrayarak yeni
olanaklar aramasıdır. Bu nedenle, akıl ve akıldışı arasındaki çatışmada insanı
bekleyen sıkıntıyı yaşamayı başarmak gerekmektedir.
"Bizim üstünde durduğumuz sıkıntı, bütün bir
çağın sıkıntısıdır ve biz kendi yaşantımızdan ayrılmak istemiyoruz. Biz kendi
tarihimiz içinde düşünmek ve yaşamak istiyoruz. Biz inanıyoruz ki, bu yaşamın
gerçeğine ancak herkesin kendi dramını sonuna kadar yaşamasıyla erilebilir.
Çağımız Nihilisme'den çok çektiyse, aradığımız ahlaka nihilisme'i bir yana
bırakmakla varılamaz, Hayır her şey yadsımada ya da saçmada bitmiyor, biliyoruz
bunu! Ama, önce yadsımayı ve saçmayı ele almalı. Çünkü. bizim kuşağımız önce
onlara rastladı ve ilkin onlarla kozunu paylaşmak zorundadır."(7) diyor
Camus, bir denemesinde. İnsanlar saçma olanı yaşamayı sürdürecekler. Sanatçılar
ve düşünürler paylaşacaklar saçmayla kozlarını. Ya da kendini varedebilenler
paylaşacaklar kozlarını.
Yabancı'nın kahramanı Meursault ile Anayurt Oteli'nin kahramanı Zebercet ne
yapacaklar peki saçma karşısında? Yaşama kahramanlığını gösterdikleri için,
direnmeseler bile, kısacık yaşamları için kahraman olmayı hak ettiler belki de.
Meursault, saçma olanın bilincindedir. Yaşamın anlamı yoktur. Cinayet
işlerken bile neredeyse kayıtsızdır. Bu yüzden suçlu olan kendisi değil,“yakıcı
güneş“tir. Akıl dışı olan, bilinçsiz doğadır. Meursault’nun karşısındaki. Ölmek
ya da yaşamak anlamlı değildir. Bu yüzden kendisini savunmaya bile gerek
görmez.
Zebercet için akıl dışı olan , toplum ve insanlardır. Bu nedenle
roman, Zebercet ile çevresindekiler
arasındaki iletişimsizlik üzerine kurulmuştur. Zebercet’de suçlu değildir.Suçlu
olan konuşmamaktır uyumaktır.
Yaşam çok karmaşıktır. Toplumda, hemen bizim yanımızda yaşayan insanlar,
güven vermezler, katillerin, dolandırıcıların, eşcinsellerin, orospuların,
sapıkların yaşadığı bir dünya Zebercet’i ürkütür.“ Eskiden beri dışarının
insanlarını pek anlayamazdı; otele gelenlerden değillerdi sanki.“(s.65)
Otel, en az Zebercet kadar önemlidir romanda. Zebercele bütünleşmiştir.
Konaktan bozma otel, dış dünyaya karşı,
kale görevini görür. Zebercet doğduğunda, küçük olması nedeniyle;“…el
kadar bir şey. Pamuğa sarıp inci kutusuna yatırılır bu; Zebercet koyun
adını.“(s.15) diyen Ebe’nin sözünü ettiği inci kutusu, Zebercet’le büyür.
Zebercet için otel, içinden hiç çıkılmayacak bir kutudur. Bağlandığı yerdir.
Tutsaktır, nedenini kendisi de bilmez. Babasının ölümden sonra yönetimini
aldığı otele bütünleşir. Kendi isteği dışında olmuştur her şey. Dünyaya geliş
biçimindeki olağan dışılığın cezasıdır sanki Zebercet’in yaşamı. Otel’de bu
cezanın çekildiği yer. „denebilir ki, otel, doğduğu gün babasının ona uygun
gördüğü pamukla döşenmiş mücevher kutusunun işlevini yerine getirmektedir. Ya
da Freudcu terimlerle konuşacaksak, güvenceli ana rahminin yerini tutmaktadır.
Otelin içi ve dışı ayrı iki dünyadır ve bu karşıtlık romanın ana tema’sında
önemli rol oynar.“(8) Bir anlamda Sisyphe’nin taş yuvarladığı Hades’tir otel.
"İlle de gerekli miydi
başkaları?" Zebercet'in sorduğu ama yanıtlamadığı sorudur bu. Zebercet
uyumsuzluk içindeki dünyada, başkalarının varlık nedenini anlayamamaktadır.
Kendi varlık nedenini anlayamadığı gibi. Otelin bir parçası olmak, bir kapı,
pencere, merdiven gibi bir nesne. Dış gerçeklikle çatışması olmayan bir nesne.
O zaman saçmalık kalmayacaktır. Oysa gerçek bu değildir. Zebercet'i şaşırtan
otelin dışındaki dünyada insanların nasıl bu denli rahat olabildikleridir.
Sanki çok olağandır her şey. Kimse olan bitenin ayırdında değildir.
"Yer-yüzünde canlı kalmanın bir bakıma suç işlemeden olamayacağını
bilmeyen, kendilerini suçsuz sanan insanlardan çekiniyor, utanı-yordu."(s.l52)
Herkes suçluydu, belki de bu yüzden, suçluluklarını bastırmak, örtmek için
üzerine geliyorlardı Zebercet’ in.
Asıl sorun, insanların birbirlerini
anlamak için çaba harcamamalarıydı. Yalnızca yalan söylüyorlardı. "Ne çok
yalan söyleniyordu yeryüzünde; sözle, yazıyla, resimle ya da
susarak."(s.81) İletişimsizlik ve buna bağlı olarak uyumsuzluk, herkesin
bildiği yollarla, yalan söylenerek üstü örtülerek sürdürülebilirdi. Bir de pek
üzerinde durulmayan, susma-konuşmama da bir çok şeyin nedeni, öncelikle de
iletişimsizlikle uyumsuzluğun. Karısını ilk gece boğan gencin duruşmasında,
Zebercet iç savunmasında, insanların nedensizliği anlamamalarını ürkerek
yadırgar. "Bilemiyorum nedensiz olamaz mı ağır bir söz söylemek vurmak ya
da konuşmamak vurmamak bir şeyler uydurmamı istiyor yaptığımı yasaların daracık
bir bölümüne sığdırmak için."(s. 117) Yasalar ve toplumun kuralları, bütün
insan davranışlarını kapsayacak denli geniş ve açık değildir. Bu yüzden
susmanın, konuşmamanın neden olabileceği davranışlar her zaman olacaktır.
Üstelik insanı savunmasız bırakarak. Bu yüzden sorgulanmaktan korkar Zebercet.
Yargılanan genç için verilen kararı kendisi için verilmiş sayar.
Saçma, uyumsuzu yaşamaktır. Yaşama ve uyum için gösterilen çabaların boşa
çıkmasıyla ulaşılan "Olanakların sonuncusu"yla Zebercet, kendisini
akıl ile akıl dışı arasında bir yerde görür. Yaşamın içinde her zaman varolan
bu çelişki bir halk türküsünün,"...Ne ölüyüm ne sağım."(s.l51) dizeleriyle Zebercet'le özdeşleşir.
Zebercet'in sığındığı iki şey vardır, biri
otel, barındığı yer; diğeri Keçecizadeler, anları. Bu iki bağ onu ayakta
tutmaya yetmez. İçgüdülerini doyuracak baska gereksinimleri de vardır. Adının
bile paylaşılmadığı bir ortamda yapayalnızdır Zebercet. Oteldeki işinin tekdüze
olmasına karşın, içinde bulunduğu konum nedeniyle, yalnızlığını ve
yabancılığını sorun etmeyen Zebercet'e önce koruyucusu olan otel oyun
edecektir. Yaşamın acımasızlığının tanıklığını yaptığı yer, ona iletişimin,
sevginin ne olduğunu da gösterecektir. Otelde kalan öğretmen çift, kaçak
aşıklar, uyumakta olan duygularını dürtecek, otelle bağlantılı olan anılarında
da, Keçecizadelerin intihar eden oğullan Faruk’la bü-tünleşecektir. Faruk
yengesine aşıktır. (çözümsüz, iletişimsiz, karşılıksız, açıklanamayan aşk ,
Faruk'un kendini asmasına neden olacaktır.
Cinsel isteklerini karşılayan, sürekli
uyuyan, konuşmayan Zeynep'le olan ilişkisinin yetmediğini anladığında iyice
yalnızlaşacaktır.
Yaşama tutunması için umutlar gereklidir.
Umut, otele bir perşembe günü gelen kadındır. İlkokul öğretmenine
benzemektedir. İletişim kurulabilecek, düşlediği kadın tipidir. Kadın otelden
ayrılıp, yakında bir köye gidince, odasını kapalı tutar. Kadın dönecektir
nasılsa. Bu, umudun yaşanmasıdır.
Umudu yaşadığı sürece, dışarıya çıkmaya
başlar, kendine yeni giysiler alır. Bıyığını keser. Yeni bir insan olma
yolundadır. Dışarıdaki, anlayamadığı dünyaya karışmaya çaba harcar. Yeniden
olumsuzlukları yaşar. Geçmişte yaşadıklarından farklı değildir. Bu sure
içinde, düşlediği kadının kaldığı odada, kadın havlusu ve "Dibinde bir
yudumluk kararmış çay artığı..." olan bardakta umutlarını sürdürmek ister.
"Bardağı ağzına götürürken gözlerini kapadı; durgun bayat çayın kokusunu
duydu; kadının dudaklarının izi sandığı yeri öptü." (s.56) Ancak,
yukarıdan gelen gürültüyle bardağı elinden düşürüp kırar. Bu umudun
yaralanmasıdır. Zebercet umutlarını sürdürebilmek istemektedir. "Az önce ikinci çayını içerken
dibinde bir yudumluk çay bıraktığı bardağı aldı; odaya götürüp kırılan bardağın
yerine koydu." (s.58) Sapkınca da olsa yaşama bağlıdır bu aşamada
Zebercet.
Kadının gittiği köyden, otelde unutulan havluyu almaya gelen iki gençle,
umut sona erer. Kadın bir gün trene binmiş ve gitmiştir. Zebercet, fetişe
dönüştürdüğü havluyu vermek istemez. Zaten verilecek durumda da değildir.
Otelde bir kaç gün kalmış, sonradan polislerden kızını boğduğunu öğrendiği
emekli subayın odasına götürür gelenleri. Orada da bir havlu unutulmuştur.
Rastlantı, kadının unuttuğu havlunun aynısıdır. Romanın başında, romanda
tanıyacaklarımız kısaca tanıtılırken o iki havlunun neye yaradığını sormadan
geçmek olanaksızdır. Havlular ölümle yaşamın örtüştüğü nesnelerdir.
Umut yoktur artık. "ancak tek bir
kadına, erişilmez bir kadına." (s. 167) bağlı olan umutlar yoktur artık.
Otelde kalan çiftlerin konuşmaları,
kadınların erkeklerine söylediği sözler, Zebercet'te yeni istekler uyandırır.
Dünyada iletişimi yaşayanlar da vardır demek. Bu düşüncelerle, uzun zamandır
uğramadığı ortalıkçı kadının odasına girer. Tepki almak istemektedir. Bir söz
duymak istemektedir. "Uykuda istemiyordu artık." (s.88) Ancak
başarısız olur ilişkide. "Kadının gözleri kapalıydı. Birden abanıp iki
eliyle boynunu sıktı." (s.89) Ortalıkçı kadını- "Cinsel ilişkide
uğradığı başarısızlıktan kadını
sorumlu tutsa da, bu, onu öldürmesi için yeterli neden olmasa
gerek."(9)-sanki iletişim-sizliği ortadan kaldırmak için öldürür. Artık
nasılsa umut yoktur.Zeynep'in varlığı da en az kendi varlığı kadar saçmadır.
Çok önemsediği otel yöneticiliğinin de sandığı kadar
önemsenmemesi iyice boşlukta bırakır Zebercet'i. Zebercet'in dış dünya ile
ilişkisi demek olan, otel fişlerinin karakola gönderilmesinin de hiçbir anlamı
yoktur. "Şaşılacak şeydi yıllardır babasının, gerekse onun, önemle,
aksatmadan her hafta polise gönderdikleri kağıtların orada bir yerlere
atılması. Yukarıyla bir bağlantı sanırdı bunları." (s.106) Bağlanacak
hiçbir şey kalmamıştır O'nun için.
Saçma kavramında, saçmanın saptanması yanında, yaşamın
savunulması, her şeye karşın yaşanması istenir. "Hayattan gerçeğe uymayan
isteklerde bulunmamalıyız. Hayatı kafalarımızın denediği gibi kabul
etmeliyiz." yargısı çıkarılabilir. Bunun karşıtı, saçmaya teslim olmaktır.
İki yol görün-mektedir. "İntihar" ya da "İnanç atlamak."
Zebercet, 1963 yılının 10 kasım günü, dışarıda sirenler çalarken, ne
olduğunu anlayamadığı gürültülerin ortasında asar kendisini, Anayurt Oteli'nin,
o kadının kaldığı odada, Faruk'un da intihar için kullandığı masayı kullanarak.
"Yorumlar, nedenler önemsizdi; kesin değildi. Önemli olan insanın
edimleriydi. Değişmez tek bir kesinlik vardı insan için:
"Ölüm"(s.l68)
Anayurt Oteli, tip çözümlemesinde gösterdiği ilginçlik kadar, romanın örgütlenmesinde de ilginçtir. Romanın
biçimsel başlangıcında. neredeyse, bir senaryo ya da tiyatro metnindekine
benzer tanımlar verilir. Kırk gün olarak tasarlanan ama, yirmi iki günde sona
eren bir zaman kesitinde, durmadan gezinilir. O güne dek yaşananlar da otelin
yaşıyla birlikte Yüz yirmi dört yıllık uzun bir dilimdir bu - Uzun aralarla
aktarılır, Yüzlerce binlerce oyuncunun gezindiği ancak kimsenin görünmediği
ilginç bir oyun gibidir roman.
Anayurt Oteli'ne
saçma açısından bakılabileceği gibi. Freud ve cinsellik açısından da
bakılabilir. Bu bakımdan da ilginç verileri var. Belki bütün olan bitenler
saçmadır. Zebercet'in, Otel'in yaşamı gibi.
KAYNAKLAR
1- Berna Moran, "Turk Romanına Eleştirel Bir Bakış, İletişimYayınları,
Istanbul 1990
2- Berna Moran, agy ., (s.220)
3- John Cruickshank. "Albert Camus ve
Baş-kaldırma Edebiyatı" Çev;Rasih Güran, De Yayınevi, Istanbul
1965,(s.73) ' y
4- Ekrem Aksoy "Yazın ile Felsefenin Eylemde
Buluşması",Türk Dili Yazın Akımlan Özel Sayısı) Ankara 1981 ,(s.319)
5-John Cruickshank, agy .,(s.71)
6- Yusuf Atılgan, "Anayurt Oteli",
Bilqi Yayınevi, Ankara l973,(s.173) Romandan yapılan diğer alıntılar ( ) içinde
gösterilmiştir.
7- Albert Camus, "Denemeler", Çev. S
Eyüboğlu - V. Günyol, Say Yay Istanbul 1989,(s.55)
8- Berna Moran,agy ..(s.225)
9- Berna Moran,agy .,(s.227)
10- Albert Camus, “L’étranger”, Editions
Gallimard, Paris 1991
29 Ocak 2017 Pazar
EgeArt’ın Bizim İçin Anlamı*
5 Kasım 2015 Perşembe
Fikret Otyam'a Merhaba
20 Ekim 2015 Salı
Sanat ve Sanat İçin
koklaşmalı söyleşmeli /korka korka yasamak ne”
Ey, güçlülerin uğruna kurban edilenlerim, kurban bayramınız düşünceli olsun. Dostlukla.” Diyerek noktalamıştım.