20 Aralık 2014 Cumartesi

GÖREN TOPLUM İÇİN


                                                          Bedri KARAYAĞMURLAR

                                                                         www.bedrikarayagmurlar.com

 

Bir Rus  fıkrası olarak anlatılır ama bize de uygun düşüyor. İvan,  kırda bir  başına yürürken,  bir  ses duyar. “Dur.” İvan  şaşırır. Çevresine bakar, ağaçlar, otlar,  çiçekler, tozlu yoldan başka bir  şey  yoktur.  Ses  daha  güçlü  duyulur. “Korkma, bugün senin günün.  Dile benden ne  dilersen.” İvan,  korkuyla  karışık şaşkınlık içinde,  ne  diyeceğini  düşünürken,  ses uyarır. “Yalnız  şunu  unutma,  sana  ne vermişsem,  iki  katını komşun  Pavel’e  vereceğim.” İvan  kararını  açıklar çekinerek.  “Bir  gözümü  kör et.” 

Kendisinden  başka kimsenin bir  şey olmasını istemeyen,  bunun için her türlü   hileye  dümene  başvuranların sayısı  giderek artıyor  ne yazık. Evimdeki  bir onarım için gelen usta,  kendisinden önce yapılmış işlerle  ilgili o kadar çok  ileri  geri  konuşup,  sabrımı taşırmıştı ki; “Usta    başkasını karalayarak,  kendi işini  daha  iyi  yapamazsın.  Sen hiç başlama,  güle güle.”  Demek  zorunda kalmıştım.

Diğerinin  başarısızlığı ile besleneceği  düşünülen bir  başarı,  olsa  olsa,  sığlığın, aptallığın,  beceriksizliğin göstergesi olur. Kendi  yaptığını tek  marifet,  tek  doğru sananın,  algısı  da, aklı da kıttır. Her alanda kazanılmış, başarılmış,  edinilmiş  bunca deney,  bilgi   ve birikim varken,  kendisinden  başka  kimse  yokmuş  gibi  davranan  ve başkalarını karalayan, kim olursa olsun,  bugünlere  gelmemize neden olan kötü zihniyete (anlayış)  sahip  sıradan biridir  gerçekte. Kendini  beğenmişlik  içi  boş bir  şişinme,  kasılma   değil midir? Bu  davranışların, anlayışların arkasında  gerçekte, birikimsizliği,  beceriksizliği  gizleme yok mudur?

Atalarımız, “Kılavuzu karga olanın,  burnu  boktan  kurtulmaz.”  Derken,  bugünlerle  ilgili  de  yol göstermek  istemişlerdir kuşkusuz. Her  nasılsa  egosu  şişmiş, eski  deyimle  “kerameti kendinden menkul” olanların, anlayışlarını,  yaptıklarını tek seçenek gibi  sunmasındaki  sığlık kolayca anlaşılmayabilir belki ama bunun bir yolu olmalı !

12  Eylül döneminin liberal politikaları mı  bozdu insanımızı? Bilmiyorum. 

Kendisine devlet eliyle,  işin aslı  halkın elinden  olanak sağlanmış,  yetki  verilmiş olanlar, ele geçirdikleri olanakları kimseyle paylaşmadan  kullanmanın bir  yolunu  bulurlar. Çünkü,  artık toplumsal  değerler  çoktan yara almış, örnek alınan gelişmiş ülkelerdeki, birey,  toplum, devlet ilişkileri hiç  önemsenmeden,  salt  biçim örnek alınarak,  her şeyi  ele  geçirmek,  şişmiş egonun amacı olmuştur. İşte  bu kargaları  kılavuz  edinenlerin, doğru karar vermesi bu  yüzden,  nerdeyse  olanaksız  hale  gelir.   Bu  kılavuzlar  zaman zaman sanatçı,  zaman zaman politikacı, zaman zaman bilim adamı,  tüccar, iş adamı kılığında görünebilirler.

Şişmiş ego,  kendini beğenmişlik,  narsisizme  dönüştüğünde,  hastalık  çevresine önlenemez zararlar vermeye başlar. Hiçbir yaratıcılığı olmayan ressam,  kendisini dev aynasında  görüp, bir  de başkalarını beğenmez. İki  kitap okumamış politikacı, laf ebeliği ile her şeyi bilen olur. Akademik unvanı, bürokratik unvan  gibi  kullanan birisi, müthiş bir bilim adamı havasında gezer. Sonra işler  gittikçe  kötüye gider. Her şey kapanın elinde kalır.  Kapan, öyle  hakkı  sanır ki  kaptıklarını, kimse  bir  şey kapmasın diye her yolu  dener. Kimse adam olmasın,  kimsenin eli  kolu tutmasın,  yeter ki,  o  tek olsun.  O bir  göze  razıdır, yeter ki, diğerleri  kör olsun.

 Bu bozulmadan nasıl kurtulacağımızı bilemiyorum. Bir yapının oluşması  zordur.  Yapı  varlığını korumak için direnir. Ancak  günün birinde yapıyı sarsan bir oluşum boy vermeye başlar.  Bir  mikrop  girer, bir  hastalık bulaşır.  Bir  kargaşa başlar.  Yıkım hızlıdır. Yapı yıkıldığında ,  bundan  kimler,  neler,  nasıl yararlanır  bilinmez ama yıkıma  neden olan her şey bilinir. Belki  tek göze  razı olanların güçlendiği  körler  toplumunu bir  gün tarih yazar.  Kim bilir.

 
 

                                                                                                Kasım 2014 İzmir
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

5 Şubat 2014 Çarşamba

Geleceği Kavramak


                   



                                                                                  


Giderek belirsizleşen geleceğe doğru savrularak ilerliyoruz. Ekonomik programların yatırım dışı, ranta ve borca dayalı büyümeyi öncelemesi nedeniyle,  işsizliğin,  enflasyonun, devalüasyonun önlenemeyeceği, sürdürülebilir modeller yaratılamayacağı apaçık ortaya çıktı. Eğitim ortalaması 3.5 yıl,  belleği 20 gün olan bir toplumda, etkili beklentilerin oluşmaması nedeniyle,  kısa vadede dönüşümün gerçekleşme olasılığı da pek mümkün gözükmüyor.  Değerleri; birçok etkenin yanında, askeri darbelerle giderek aşınan ve özdensizliğin yaygınlaştığı bir toplumda,  “araba devrilirse devrilsin yeter ki bana bir şey olmasın” diyen insanların aymazlığı da derinleşiyor.

Değerleri kendisi ile sınırlı olanların, toplum içinde bir değeri anlamaları ve korumaları da imkansızlaşır. Ahlak denilen şey, sadece çaresiz kadınların yaşadıkları ile sınırlı olduğu sürece  yeteri kadar anlaşılamaz.  Eğitimli, kültürlü gözükenlerin özdensizliği, ilk mahkum edilmesi  gereken davranışlardır.  Apaçık yüzlerine vurup, bu safralardan kurtulmak gerekir. Toplum içindeki yerlerinin sağlamlığı yanılgısı ile davrananların, kim olurlarsa olsunlar;  sanatçı, politikacı, sanayici, akademisyen  hiç farketmez, toplumsal çürümenin sorumluları olduklarını  kabul etmeleri gerekiyor.

Nerede nasıl davranacağını,  ne konuşacağını bilmeyen birinin kim olduğu önem taşımaz artık.  Safraları atarak,  değer örüntüsü içinde insan ilişkilerini yeniden örmek kaçınılmaz bir sorumluluk gibi  gözüküyor.  Ziya  Paşa’nın  "Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” (Kişinin aynası eylemidir, sözüne bakılmaz/Kişin akılı eserinde görünür) sözünü hiç unutmadan bakın  çevrenize; mangalda kül bırakmayan, ahkam kesen ama kadına yönelik şiddeti içselleştirmiş, kendi hakkından başka hiçbir hakkı, hukuku tanımayanların, insanlığını, kimliğini çekinmeden sorgulayın. Bu yüzsüzler,  hak etmeden bütün ekonomik değerleri götürürler.  Bunlar,  hiç yetenekleri olmadan her şeyin kendi hakları  olduğunu düşünürler. Bunlar  karşınıza değişik kılıklarda çıkarlar; zaman zaman liboş, zaman zaman entel, zaman zaman politikacı ya da iş adamı görüntüsünde olabilirler.  Çok  dikkat edin, süpürün gitsinler. 

Kokuşma sürdüğü sürece,  ne bilim, ne sanat kendi değerleri ile sürdürülemez. İnanç ve diğer kutsallar yeteri kadar yaşanamaz ve anlaşılamaz. İnsanların içten duygularını kendi çıkarları için kullananları nasıl engelleyebilirsiniz bu koşullarda? Bilim adına söylenenler kutsal yargılar gibi  dayatılır. Sanat olarak sunulanlar, cilalanmış duyarsızlıklar olabilir. Ranttan başka değeri olmayanların hangi politik görüşte olduklarının hiç bir önemi yoktur. Kültürlü eğitimli birinin kadını aşağılamasının, eğitimsiz birinin  kadına uyguladığı şiddetten hiçbir farkı yoktur gerçekte. Bunları çoğaltabilirsiniz.

Toplumsal değişim ve dönüşüm sanıldığı kadar kolay değildir. İnsanın insana saygı duyduğu, evlerde pencerelerin demirsiz olduğu günler çoktan yok oldu. Daha neler yok oldu bir düşünün.   Doğamız, insanlığımız, tarihimiz  her şey aşındıkça aşındı. Bu usul dönüşüm “24 Ocak kararları” ile hızlandı. Şimdi sözde liberal, sözde serbest piyasa ekonomisine, sayısız  üniversiteye sahip, gelişmekte olan(!) bir ülkeyiz.  Demokrasi, insan hakları  ve daha  bilmem ne kadar alan açısından durumumuz yürekler acısı. Bu dünyada  yaşayıp, olup bitenleri görmezden gelerek ayakta kalmak imkansız. Küreselleşen dünyada, ister kabul edin ister etmeyin işler böyle yürüyor. İstediğiniz  gibi  pembe tablolar çizebilirsiniz, ancak,  gerçek yerinizi  görmek için, değişik alanlardaki  durumumuza  bakmamızda yarar var. Boy aynasında kendinden başka kimseyi görmeyen zavallı  narsistin,  kalabalıkların içindeki komik halini getirin gözünüzün önüne.  Şimdi bakın, sanayi üretimde neredesiniz? Okuryazarlıkta neredesiniz? Eğitim alanlarındaki yeriniz neresi? Bilimsel araştırmada yeriniz neresi?  Kaç patent üretebiliyorsunuz? Sanatçılarınızın kaç müzede çalışması var? Olimpiyatlarda kaç madalya alıyorsunuz?  Kişi başına düşen milli geliriniz ne kadar? Gelir dağılımınız ne kadar adil? Vergi adaletiniz  ne halde?  Daha sayalım mı?  Bütün bunlara bakıp kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Toplumsal ve bireysel değerlerimizi çerez yaparak yaşamak ne kadar mümkün?

Herkes kendine bakmalı; eğitimli, kültürlü olduğunu düşünenlerin, elde ettiği geliri yalnızca kendi hakkı olarak görenlerin, sorumluluklarını hatırlaması gerekmiyor mu? Geçim derdindeki milyonlarca insanı, hem vatandaş olarak görüp,  hem de onların inançlarından, yoksulluklarından, eğitimsizliklerinden rant çıkarmak ne zaman biter acaba?

Unutmamalıyız: Herkes herkesten ve her şeyden sorumlu.


                                                                                     Bakırköy Şubat 2014