Giderek belirsizleşen geleceğe doğru savrularak ilerliyoruz.
Ekonomik programların yatırım dışı, ranta ve borca dayalı büyümeyi öncelemesi
nedeniyle, işsizliğin, enflasyonun, devalüasyonun önlenemeyeceği, sürdürülebilir modeller yaratılamayacağı apaçık ortaya çıktı. Eğitim ortalaması 3.5 yıl, belleği 20 gün olan bir toplumda, etkili
beklentilerin oluşmaması nedeniyle, kısa
vadede dönüşümün gerçekleşme olasılığı da pek mümkün gözükmüyor. Değerleri; birçok etkenin yanında, askeri
darbelerle giderek aşınan ve özdensizliğin yaygınlaştığı bir toplumda, “araba devrilirse devrilsin yeter ki bana bir
şey olmasın” diyen insanların aymazlığı da derinleşiyor.
Değerleri kendisi ile sınırlı olanların, toplum içinde
bir değeri anlamaları ve korumaları da imkansızlaşır. Ahlak denilen şey, sadece
çaresiz kadınların yaşadıkları ile sınırlı olduğu sürece yeteri kadar anlaşılamaz. Eğitimli, kültürlü gözükenlerin özdensizliği,
ilk mahkum edilmesi gereken
davranışlardır. Apaçık yüzlerine vurup, bu
safralardan kurtulmak gerekir. Toplum içindeki yerlerinin sağlamlığı yanılgısı
ile davrananların, kim olurlarsa olsunlar;
sanatçı, politikacı, sanayici, akademisyen hiç farketmez, toplumsal çürümenin
sorumluları olduklarını kabul etmeleri
gerekiyor.
Nerede nasıl davranacağını, ne konuşacağını bilmeyen birinin kim olduğu önem
taşımaz artık. Safraları atarak, değer örüntüsü içinde insan ilişkilerini
yeniden örmek kaçınılmaz bir sorumluluk gibi
gözüküyor. Ziya Paşa’nın
"Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” (Kişinin aynası
eylemidir, sözüne bakılmaz/Kişin akılı eserinde görünür) sözünü hiç unutmadan
bakın çevrenize; mangalda kül
bırakmayan, ahkam kesen ama kadına yönelik şiddeti içselleştirmiş, kendi
hakkından başka hiçbir hakkı, hukuku tanımayanların, insanlığını, kimliğini
çekinmeden sorgulayın. Bu yüzsüzler, hak
etmeden bütün ekonomik değerleri götürürler.
Bunlar, hiç yetenekleri olmadan
her şeyin kendi hakları olduğunu
düşünürler. Bunlar karşınıza değişik
kılıklarda çıkarlar; zaman zaman liboş, zaman zaman entel, zaman zaman
politikacı ya da iş adamı görüntüsünde olabilirler. Çok
dikkat edin, süpürün gitsinler.
Kokuşma sürdüğü sürece,
ne bilim, ne sanat kendi değerleri ile sürdürülemez. İnanç ve diğer
kutsallar yeteri kadar yaşanamaz ve anlaşılamaz. İnsanların içten duygularını kendi
çıkarları için kullananları nasıl engelleyebilirsiniz bu koşullarda? Bilim
adına söylenenler kutsal yargılar gibi
dayatılır. Sanat olarak sunulanlar, cilalanmış duyarsızlıklar olabilir.
Ranttan başka değeri olmayanların hangi politik görüşte olduklarının hiç bir
önemi yoktur. Kültürlü eğitimli birinin kadını aşağılamasının, eğitimsiz birinin kadına uyguladığı şiddetten hiçbir farkı
yoktur gerçekte. Bunları çoğaltabilirsiniz.
Toplumsal değişim ve dönüşüm sanıldığı kadar kolay
değildir. İnsanın insana saygı duyduğu, evlerde pencerelerin demirsiz olduğu
günler çoktan yok oldu. Daha neler yok oldu bir düşünün. Doğamız, insanlığımız, tarihimiz her şey aşındıkça aşındı. Bu usul dönüşüm “24
Ocak kararları” ile hızlandı. Şimdi sözde liberal, sözde serbest piyasa
ekonomisine, sayısız üniversiteye sahip,
gelişmekte olan(!) bir ülkeyiz.
Demokrasi, insan hakları ve
daha bilmem ne kadar alan açısından durumumuz
yürekler acısı. Bu dünyada yaşayıp, olup
bitenleri görmezden gelerek ayakta kalmak imkansız. Küreselleşen dünyada, ister
kabul edin ister etmeyin işler böyle yürüyor. İstediğiniz gibi
pembe tablolar çizebilirsiniz, ancak,
gerçek yerinizi görmek için,
değişik alanlardaki durumumuza bakmamızda yarar var. Boy aynasında kendinden
başka kimseyi görmeyen zavallı
narsistin, kalabalıkların
içindeki komik halini getirin gözünüzün önüne. Şimdi bakın, sanayi üretimde neredesiniz?
Okuryazarlıkta neredesiniz? Eğitim alanlarındaki yeriniz neresi? Bilimsel
araştırmada yeriniz neresi? Kaç patent
üretebiliyorsunuz? Sanatçılarınızın kaç müzede çalışması var? Olimpiyatlarda
kaç madalya alıyorsunuz? Kişi başına
düşen milli geliriniz ne kadar? Gelir dağılımınız ne kadar adil? Vergi adaletiniz ne halde?
Daha sayalım mı? Bütün bunlara
bakıp kendimize çeki düzen vermek zorundayız. Toplumsal ve bireysel
değerlerimizi çerez yaparak yaşamak ne kadar mümkün?
Herkes kendine bakmalı; eğitimli, kültürlü olduğunu
düşünenlerin, elde ettiği geliri yalnızca kendi hakkı olarak görenlerin,
sorumluluklarını hatırlaması gerekmiyor mu? Geçim derdindeki milyonlarca insanı,
hem vatandaş olarak görüp, hem de
onların inançlarından, yoksulluklarından, eğitimsizliklerinden rant çıkarmak ne
zaman biter acaba?
Unutmamalıyız: Herkes herkesten ve her şeyden sorumlu.
Bakırköy
Şubat 2014